Ahmet Haşim - Caddeler
Sabah kahvaltısından sonra otelimden çıktım. Bana şimdilik her şeyi kapalı olan Frankfurt caddelerinde gelişi güzel dolaşıyorum.
Seyyahın yabancı kaldırımlar üzerinde göze çarpan bir acayip hali var: Gözleri, etraftaki izahatsız eşyayı kavramak için yataklarından lüzumundan fazla fırlamışlardır; kulakları ise, işittiklerinin mânasını seçebilmek mezbuhane gayretiyle, sersemleşmiş başının iki yanında asabi yapraklar gibi dikilmişlerdir. Viktor Hügo'nun İstanbul'u gören meşhur patlak gözlü adamı bir karikatür değil, seyyahın daima doğru kalacak olan bir portresidir; Frankfurt caddelerinde, kabarık dikkatlerimle, kendimi bir karikatüre dönmüş hissediyorum.
Etrafıma bakınıyorum: Hayalimizde bile görmediğimiz kadar geniş, hendesî, temiz, pergel ve zevkin müşterek eseri, nihayetsiz caddeler. Bu caddeler o kadar mükemmel şeyler ki bunları gördüm diye ayrıca not etmeyi kendimce lüzumsuz bir iş addetmiyorum.
Büyük ve zengin camekânları, henüz elifini bilemediğimiz bir göz avlama san'atının zalim incelikleriyle düzeltilmiş mağazalar... Sabahın pembe aydınlığında parıl parıl yanan kocaman billûr camların arkasında âdi bir meyva, çiğ bir biftek, bir cep defteri, bir halı, bir stilo firuzeden bir bilezik veya pırlanta bir gerdanlığın korkunç cazibesiyle gözü çekiyor. Caddelerin sağında ve solunda tıpkı İkinci Frederik'in meşhur piyadeleri gibi sert, bir hizada dizilmiş ve mağrur cepheleri baştan başa ticari altın yazılarla kaplanmış granit renginde hayat kaynağı koca binalar... Bunların bana verdiği göz zevkinden burada ayrıca bahsetmeyeceğim. Yalnız (pencereler) üzerinde duracağım: Arkalarında kış fidanlarının kırmızı çiçekleri ve iri yeşil yapraklarının tembel tembel dinlendiği, silinmiş büyük kristal camlı, bembeyaz tül perdeli mes'ut Frankfurt pencereleri! Hastane, kışla, köşk, mağaza ve mektep pencereleri burada hep Alman kadınının eliyle, ruhu aynı mahrem hülyalarla deli edecek gizli bir saadet marifetiyle süslendirilmiştir. Yalnız Alman pencerelerinin sırrını kavrayıp getirecek olan bir kimse, kendini memleketine güzel bir hizmet yapmış addedebilir.
Fakat bu muhteşem sokak dekoru içinde ne garip işler gören adamlar göze çarpıyor: İyi giyinmiş, iyi taranmış, yüzü rahat birtakım efendiler, caddelerin muhtelif noktalarında küme küme durarak şarkı söyleyip mızıka çalıyorlar. Ne var? Bir umumi neş'e mi, bir bayram mı var? Hayır, ne neş'e, ne de bayram! Bunlar Almanya'nın, adedi günden güne artan sefalet habercileri, işsizleri, dilencileridir.
Gelip geçenlerin yolunu terbiyeli bir tebessümle kesen ve teneke kutular uzatıp kağıttan sarı, pembe, beyaz çiçekler dağıtan şu adamlar ne istiyor? bunlar da artık Almanya'yı ağzına kadar dolduran sayısız sakat, yetim, fakir, hasta cemiyetlerinin sadaka toplayıcılarıdır.
Sarı bezden uydurma bir avcı üniforması üzerinde, uydurma bir kayış, uydurma bir matra ve bir muhayyel müstakbel seferin uydurma teçhizatiyle erken süslenmiş şu bayağı çehreli adamlar kim? Bunlar (Hitler) askerleridir. Etrafa yan bakarak, sessiz ve karanlık dolaşan kırmızı kravatlı gençler kim? Bunlar da Hitlercilerden daha hayırlı olmayan komünistlerdir.
Akşam oluyor: Lacivert gece, binbir ışık beneğiyle caddeleri dolduruyor; karanlık köşelerde siyah mantolarına sarılmış birtakım korkak, genç kadın çehreleri belirdi. Bunlar bir değil, iki değil, belki binlerden fazla! Bunlar ne? Bunlar da açlığın günden güne artırdığı kıt müşterili Alman gece fahişeleridir.
Almanya pembe ve büyük bir elmadır. Fakat içi kurtludur.
Yorumlar
Yorumları Göster Yorumları Gizle