Bizi Yavaş Yavaş Öldüren "Fast Food" Hakkında Görmezden Gelinen Gerçekler: Fast Food Ne Demek? Neden…
Fast food, İngilizce isminin Türkçe karşılığı olan "hızlı yemek" kavramından da anlaşılacağı üzere, hızlı ve kolay bir şekilde hazırlanıp, kısa sürede yemeye hazır hale gelen, çoğunlukla seri üretim yoluyla üretilip ticari olarak satılan, gıdayla ilgili diğer faktörlerden ziyade "hizmet hızı" faktörüne odaklanan bir beslenme pratiği ve besin biçimidir. Fast food restoranlarında yaygın olarak görülen yemekler arasında tost, kumpir, döner, dürüm, balık ve patates cipsi, sandviç, pide, hamburger, kızarmış tavuk, patates kızartması, soğan halkası, tavuk nugget, taco, pizza, hot dog, dondurma gibi ürünler bulunur.
1950'lerde hayatımıza giren fast food restoran zincirlerinin şu anda dünyanın her tarafında bir hayli restoranları var ve artmaya devam ediyor. O zamandan bu zamana, restoran sayıları arttıkça gıda içeriklerinde de bazı şeyler arttı. Örneğin toplam yemek ve tatlı sayısı %226 oranında arttı, besin içeriğindeki sodyum miktarı arttı, porsiyon büyüklüğü arttı ve böylece kalori miktarı da arttı. Bu değerlerin artmasıyla sağlık riski de arttı. Zararlarını hepimiz kısmen biliyoruz ama hala tüketmeye devam ediyoruz.
Fast Food Tüketiminin En Belirgin Zararları
Dünyanın birçok yerinde yapılan araştırmalar 'fast food' tüketiminin obezite, hipertansiyon, Tip 2 diyabet ve kardiyovasküler hastalıklar ile ilişkili olduğunu belirtiyor (Çin, İran, ABD, Fransa).
Bu hastalıkların belirlenen en büyük sebebi ise: kalori fazlalığı. Orta boy bir McDonald’s menüsü yediğinizde, günlük kalori ihtiyacınızın yarısından fazlasını karşılamış oluyorsunuz. Tek bir öğünde! Eğer sıradan bir beslenme yolu seçtiyseniz, geriye iki öğün ve ara öğünler daha kalıyor. Bu da kalori fazlanız olmasına yol açıyor. Kalori fazlası ise obeziteye yol açıyor. Obezite ise kardiyovasküler hastalıklar, böbrek problemleri, tip 2 diyabet, karaciğer hastalıkları gibi birçok sağlık problemi yaratıyor. Tabii eğer bir gençseniz ve her gün yüksek yoğunluklu egzersizler (HIIT) yapabiliyorsanız insülin direnci ve kardiyometabolik düzeninizi kısmen koruyabilirsiniz.
Bir diğer suçlu ise sodyum. Önerilen günlük sodyum alım değeri 2300 mg’dır. Bir kase kahvaltılık gevrek 250 mg, bir dilim pizza ve salata 710 mg sodyum içerir. Orta boy bir McDonald’s menüsü yediğinizde ise 1325 mg sodyum alısınız. Bu ise günlük ihtiyacın %57’sini oluşturuyor. Sodyum fazla tüketildiğinde ise hipertansiyon ve kardiyovasküler hastalıklara sebep oluyor. Kardiyovasküler nedenlerden oluşan ölümlerin 10'da 1'i sodyuma bağlanır.
Her 2290 mg sodyum ile yaklaşık 40 mg kalsiyum kaybı olmaktadir. Günde 40 mg kalsiyum kaybı 10 yılda %10’luk kemik kaybı ile açıklanır. Bu da ileriki yaşlarda osteoporoza yol açar.
Fast Food Tüketiminin Diğer Olası Zararları
Tabii ki bu kadarla bitmedi. Fast food tüketmenin başka olumsuz sonuçları da var: Örneğin fast food tüketimi ile depresyon arasında bir korelasyon var. Korelasyon diyoruz; çünkü nedensellik ilişkisi henüz ispatlanabilmiş değil, yani depresyonun sebebinin fast food tüketimiyle gelen besin içeriğinden dolayı olduğunu kesin olarak söyleyememekteyiz. Şu ana kadar yapılan araştırmaların söyleyebildiği tek şey, "fast food tüketen insanların depresyona daha meyilli olduğu" veya "daha depresif kişilerin daha çok fast food tükettiği" yönünde...
Fast food ile ilişkilendirilen bir diğer problem ise infertilite (kısırlık). Uzun süreli fast food tüketimi nedeniyle vücuda alınan yağların ve ftalatların üreme bozukluklarına yol açtığı düşünülüyor. Bu konu da halen araştırılmakta...
Üreme ve gelişim bozukluklarıyla ilgili olarak fast food tüketiminin menstrüel düzensizlik, sivilce ve aknelere de sebep olduğu düşünülüyor. Dolayısıyla aşırı fast food tüketimi, muhtemelen vücudumuz için hiç de iyi bir beslenme biçimi değil
Süt, Fast Food ve Doz
Bu durumu, aşırı süt tüketimiyle benzeştirmek mümkündür. Evet, bildiğimiz süt! Süt, içerdiği kolesterol nedeniyle kalp hastalığı riskini arttırır, içerdiği kalsiyum sebebiyle prostat kanseri riskini arttırır (AICR), D vitamini nedeniyle pankreas kanseriyle ve tip 2 diyabet dahil diğer birçok hastalık ile ilişkilendirilir. Bunların hiçbiri "normal" süt tüketiminde görülmez; ancak eğer günde 1 litreden fazla süt tüketilecek olursa, bu son derece sağlıklı gözüken besin maddesi vücudunuza zarar vermeye başlayabilir.
Aynı durum, fast food tüketimi için de geçerli. Elbette arada bir, örneğin 2 haftada bir veya ayda bir defa fast food tüketimi dolayısıyla yukarıdaki hastalıklara yakalanmanız beklenmemektedir. Ancak fast food tüketimi ne kadar artarsa, bu hastalıkların görülme riski de o kadar yükseliyor. Yani fast food, yapısı gereği kötü olan bir beslenme türü değil; Paracelsus'un da dediği gibi, "ilacı zehirden ayıran dozdur" ve fast food'un zehirli olmaya başladığı doz, diğer beslenme tiplerine göre çok daha düşük olduğu için, kendinizi fark etmeden zehirleme ihtimaliniz de o kadar yüksek olmaktadır.
Fast Food, Neden Bu Kadar Fazla Tüketiliyor?
Bunun hem pazarlamacılık, hem evrimsel biyoloji, hem beslenme bilimi, hem de sosyal bilimler açısından birçok nedeni var. Parça parça ele alacak olursak:
Daha Fazla Şeker!
Öncelikle, fast food denince akla gelen şey sadece hamburger ve patates gibi besinler değil, aynı zamanda onlara eşlik eden gazlı içeceklerdir. Bu gazlı içeceklerin çoğunda, fast food ürünündeki şekerden 10 kata kadar daha fazla şeker içeriği bulunmaktadır. Fazla şeker ise daha fazla yememize ve uzun vadede şekere bağımlı olmamıza sebep olur. Bir deneyde, farelere bir hafta boyunca kesintili bir biçimde şekerli su ve yem verilmiştir; yani farelerin beslenme döngüsü, "besin takviyesi - 12 saat bekleme - besin takviyesi - 12 saat bekleme..." şeklinde sürdürülmüştür. Deney sonucunda, şeker tüketiminin farelerde (şeker almayan kontrol grubuna göre) daha çok besin tüketimine yol açtığı ve hatta bu deney grubunun bir noktadan sonra, şeker bulamadığında yoksunluk krizi semptomları gösterdiği ortaya konmuştur.
Daha Fazla Dopamin!
Şeker tüketiminin bir uzantısı da, ödül-ceza mekanizmasıdır. Beynimizdeki ödül sistemleri, bizi hayatta kalmaya teşvik edecek davranışları ödüllendirecek biçimde evrimleşmiştir. Yemek yeme veya seks gibi temel ihtiyaçlarımızı karşılarken bu ödül sistemi devreye girer ve dopamin adı verilen kimyasal bir madde salgılanır. Biz de bu salınımı "zevk" olarak algılarız; yani "zevk" dediğimiz şey, aslında beynimizden salgılanan bu hormonun beynimizde yarattığı hislerdir. Gittiğimiz herhangi yabancı bir şehirde bile tanıdık restoranlar ile karşılaşıyoruz ve onlara çabucak ulaşabiliyoruz. Bilmediğimiz bir yerde yemektense, bizi mutlu edeceğini bildiğimiz bu 'zevk merkezlerini' tercih ediyoruz. Bu durum, Dünya'nın neresinde olursak olalım fast food tüketimini arttırmamıza neden oluyor.
Daha Fazla Kalori!
Bunun bariz bir diğer nedeni daha var: Kalori de ödül mekanizmasını pekiştiriyor! Yani fast food'u tercih etmek istememizin sebebi, içindeki sevdiğimiz bir peynir ya da sos değil, kalori. Kalorisi yüksek besinler, beyin ödül sistemini doğrudan etkiliyor. Beynimiz yiyeceklerin kısıtlı olduğu bir dönemde evrimleşti ve bu nedenle atalarımız, kalorili yiyecekleri tercih etme konusunda ustalaştılar; biz de bu yeteneği miras aldık. Ancak günümüzde (en azından Dünya'nın bir kısmında) besin kıtlığı yaşanmıyor ve yüksek kalorili besinlere erişmek artık çok daha kolay! Bu da, beynimizin her seferinde daha yüksek kalorili besinleri tercih etmesine neden oluyor.
Bunu araştıran bilim insanlarının şeker tat reseptörleri eksik farelerle yaptıkları bir deneyde, farelere normal su ve şekerli su sağlandı. Fareler ilk başlarda normal suyu tercih etse de, bir süre sonra şekerli suya yönelmeye başladılar. Beynimiz, tadı algılamasa bile kalorili bir diyeti fark edebiliyor.
Daha Fazla Aşinalık!
İnsan, aşinalıklar ile yaşayan bir hayvan türüdür. Bir fast food restoranından içeri girdiğimizde, nerede olursak olalım aynı yazılı metinlerle karşılanırız, aynı renkleri görürüz, bize aynı menü sunulur ve aynı kokuları deneyimleriz! Tıpkı Pavlov'un köpek deneylerindeki köpeklerin ağzını sulandıran zil sesi gibi, bizim ağzımızı sulandıran "zil" ise, bize her seferinde aynı deneyimi sunan bu konsepttir.
Fast food restoran zincirlerinin marka logoları beynimizde öyle bir yer etmiştir ki, bu sembollere bilinçsizce maruz kaldığımızda, zaman kısıtlaması olmasa bile okuma hızımız arttıyor ve gelecekte daha büyük kazançlar elde etmek yerine anında kazanmayı tercih ediyoruz. Yalnızca bu semboller bile insanların yeme biçimi ve diğer davranışlarını doğrudan etkiliyor. Bazı sonuçlar, bağımlılık yapan şeyin gıdaların kendisinden ziyade sunulma şekli olduğunu destekliyor.
Daha Fazla Hormon!
Fast food tarzı beslenmeyi tercih etmemize neden olan tek hormon dopamin değil. İnsülin ve enerji harcamalarını kontrol eden GIP hormonu ve tokluk hissi yaratan ve yemeyi bırakmamızı bildiren leptin hormonu da bu süreçte doğrudan rol oynuyor.
Yağlı yiyecekler tüketildiğinde, vücuttaki GIP seviyesi artarak hipotalamusa doğru yola çıkar. Ve orada leptinin çalışmasını engelleyerek tokluk hissini geciktirir. Bu durum ihtiyacımızdan daha fazla yememize neden olur. Fast food, içeriğindeki aşırı yağlı besinler sayesinde bu süreci manipüle etmeyi hedefler ve bizim daha da çok fast food tüketmemize neden olur.
Daha Düşük Maliyet... mi?
Fast food'un birçok alternatife göre çok daha ucuz olabilmesi de insanların tercihini etkileyen bir faktör olarak görülebilir. Ancak bu bir yanılsama. Hızlı ve ulaşılabilir olduğu için ihtiyaçtan fazla tüketiliyor ve sebep olduğu hastalıkların tedavi masrafları gelecekte daha pahalıya patlıyor!
Unutmayın: Bir davranışın sonuçlarını, o davranışın sadece kısa vadeli etkileriyle ölçemeyiz, uzun vadeli etkilerini de düşünmemiz gerekir. Dolayısıyla belli bir beslenme biçimi, diğerinden kısa vadede biraz daha ucuz, biraz daha kolay, biraz daha erişilebilir geliyor olabilir; fakat eğer uzun vadede tedavisi zor ve kronik hastalıklara yol açıyorsa, o "ucuz ve çabuk" beslenme tipinin çok daha pahalı ve zorlu olduğu görülebilir. Fast food ile ilişkili hastalıklar, fast foodu diğer alternatiflerin tümünden daha masraflı kılmaktadır. Belki kısa vadede değil, ama orta ve uzun vadede...
Daha Fazla Tuz!
Monosodyum Glutamat (MSG), bir glutamik asit türevidir ve asidite olarak bir tuz olarak geçer. MSG, tat reseptörlerini uyararak yiyecekleri daha lezzetli algılamanızı ve lezzeti kolayca kabul etmenizi sağlar.
Monosodyum glutamatın kullanımı etik ve gıda bilimi açısından tartışmalı bir konudur. Bazı çalışmalar fazla tüketildiğinde zararlı olabileceğini söylese de, birçok ülkenin sağlık birimleri MSG kullanımını onaylamıştır (FDA) ve "genel olarak güvenli" şeklinde kategorize etmektedir.
Sonuç
Tüm bu faktörler, fast food ürünlerine olan bağımlılığımızı arttırmaktadır. Buna bağlı olarak sağlığımız bozulmakta ve stres düzeylerimiz genel olarak artışa geçmektedir. İlginç bir şekilde, stresin artmasına bağlı olarak fast food tüketiminin de arttığını gösteren araştırmalar bulunmaktadır. Dolayısıyla daha fazla fast food, daha fazla stres ve yine daha da fazla fast food demektir. Bu döngüyü kırmak çok zordur ve Dünya genelinde görülen obezite salgını da bu soruna işaret etmektedir.
Aslında fast food, bir yerde "her şey" kadar zararlıdır. Onu diğer gıdalardan daha zararlı yapan şey ise, evrimsel nedenlerle bu tarz yiyecekleri çok daha fazla tüketmeye meyilli olmamızdır. Bu besinler daha ulaşılabilir, daha ucuz, daha hızlı ve daha lezzetli oldukça, az önce sözünü ettiğimiz döngülere hapsolmak daha da kaçınılmaz hale gelmektedir. Bu durum, küresel insan sağlığını doğrudan tehdit etmektedir.
kaynak: evrimagaci.org
Yorumlar
Yorumları Göster Yorumları Gizle