Erzurumlu İbrahim Hakkı - Marifetname/19
ÜÇÜNCÜ BAHİS
Yapısında oluşum ve bozuşum olan sülfî cisimlerin mahiyet ve keyfiyetini,
yani dört unsurun yerlerini ve durumlarını; üç bileşiğin vasıflarını ve
hallerini ve esirilerin etkileriyle olan şekil değişikliklerini; Türklerin
yılının hükümleriyle olan keyfiyetlerin değişimini; yeni astronominin bazı
makalelerini on bölümle hakîmâne tafsil eder.
BİRİNCİ BÖLÜM
Ateş unsurunun mahiyetini, tavır ve durumlarının keyfiyetini dört madde ile
açıklar.
Birinci Madde
Ateş küresinin bazı durumlarını bildirir.
Ey aziz, malim olsun ki, astronomlar demişlerdi ki: Basit cisimler: Ateş,
hava, su ve topraktır. Bu dördünden, üç bileşik (mevalid-i selâse) olan
bileşik cisimler, bileşmiş ve doğmuş olup, yine dörde ayrıştıkarından,
bunlara: Unsurlar derler. Bu dört unsurun bir araya gelmesinden ve biri birine
dönüşüp kaynaşmasından bileşiklere oluşum ve bozuşum ârız olduğu için
bunlara dört esas (erkan-ı erbaa) derler. Bu unsurlar ve dört esas, ay
feleğinin altında yani ayın alt yüzeyinin altında, yukarıda açıklanan tertip
üzere, biri birinin içinde, her biri kendi yerinde karar etmiştir. Tümünün
en latif ve en yüksek olanı, ateş unsurudur ki, paralel iki yüzeyle
kuşatılmış basit bir cisim ve üre bir cevherdir. Üst yüzeyi, ay feleğinin
alt yüzeyine ve alt yüzeyi havanın üst yüzeyine teğettir. Ateş küresinin
yeri, ay feleğinin altında ve hava küresinin üstündedir. Kendisi mutlak
ulvî, latif, halis ve diğer unsurlar gibi renksiz ve hepsine üstüdür. Onu
göz idrak edemez. Güneşin sıcaklığının etkisiyle topraktan ve sudan her ne
kadar katı dumanlar, yoğun buharlar yükselip, ateş küresine erişirse de, o,
hepsini yakıp, hâlis ateş eder. Eğer ateş küresi, bizim yanımızda olan ateş
gibi renkli ve ışıklı olsaydı, yıldızlar ve felekler âlemini seyretmekten
gözümüzü men ederdi. Bu unsurun tabiatı, kendi yerinde sükû ve karar iken ay
feleğinin günlük hareketine uyarak, onu teşyî edip, âlemin merkezi
çevresinde doğudan batıya gider ve bütün parçaları birlikte bir karar üzere
sürekli döner.
İkinci Madde
Ateş küresinin tabiat ve kabiliyetini, uzaklık ve büyüklüğünü bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki astronomlar demişlerdir ki: Ateş unsurunun tabiatı,
sıcaklık ve kuruluk olup, mutlak ulvi bulunduğundan, öteki unsurlara
muhaliftir. Yakma ve kapanma kabul ettiğinden, oluşum ve bozuşma, muhtemel
şekiller almaya kabiliyetlidir. Nitekim yukarıda açıklandığı üzere, kendi
yerinde inen parçaları, diğer unsurlara dönüşüp, başkalaşır, bu açıktır.
Rasatçılar, geometriciler ve matematikçiler ittifak üzere demişlerdir ki:
Ateş küresinin üst yüzeyinin yeryüzünden uzaklığı, yaklaşık kırkbirbin
dokuzyüz yirmialtı fersah ölçülmüştür. Alt yüzeyin yer yüzünden uzaklığı,
yaklaşık onbeşin yirmialtı fersah bulunmuştur. ateş küresinin kalınlığı ve
derinliği, yaklaşık altıbin dokuzyüz fersahtır.
Üçüncü Madde
Ateşi çeşitlerini bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Ateş cinsi nice
çeşittir. İlk olarak bu ateş unsurudur ki, bunun tesiri yakıcıların
çeşitlerinin tümünden kuvvetlidir. Sıcaklığı şiddetlidir. Çünkü Hak Taala
Kelam-ı Kadim'inde: "O Allah ki, yedi kat gökleri ve bunlar kadar da yer
yarattı." (65/12) buyurmuştur. Şu alde filozoflar, suflî unsurları, bu
ayet-i kerimenin mazmununa tatbi için, hava unsurunu üç tabaka ve toprak
unsurunu iki tabaa farzetmişler. Tamamına yedi tabaka itibar edip, ateş
küresini birinci tabaka saymışlardır. ikinci olarak, demirde, taşta ve
yeşil ağaç ta gizli olan ateştir ki, sert demiri ve katı taşı eritip toprak
eder. Bitkileri ve ağaçları yakıp, kül eder. O halde, karanlık, soğuk ve
kesif olan bu üç cisimden, latif bir cisim olan sıcak ve nuranî soğuk ve
kesif olan bu üç cisimden, latif bir cisim olan sıcak ve nuranî ateşi
çıkarmak, şaşılacak bir hikmet ve garip bir sanattır. Üçüncü olarak yıldırım
ateşidir ki, latif cisimlerden geçip, kesif cisimleri yakar. Dördüncü
olarak haramen ateşidir ki; o, gök gürültüsü, şimşek ve bulut olmadan
geceleyin gökten parlardı. Onun ışığında Benî Tay kabilesi, üç günlük
mesafeden develerini görürdü. Bu ateş, kendisine yakın olanları yakıp;
gündüzleri duan görünüp, geceleri ateş olurdu. İsmail aleyhisselam
evladından Halit bin Binan, derin bir kuyu kazdırıp, o ateşi, buraya
kapatmıştı. Bir zamanlar halk onu seyran ederdi. Bundan sonra, o nar, o
kuyu içinde kayboldu. Beşinci olarak şihab-ı kabesdir ki, halk onu yıldız
parlaması sanır. Halbuki o, yerden havaya çıkıp, soğukluktan etkilenmeden
ateş tabakasına ulaşan dumandı. Altıncı olarak, cehennem ateşidir.
Dördüncü Madde
Ateşin ışığa bitişmesine, ruhun bedene bağlanmasının birkaç yönden
benzerliğini bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Hayvanî ruhun bedende
yüreğe bağlılığı ve bitişikliği aynen ateşin lambanın fitiline bağlılık ve
bitişikliği gibidir. Nitekim bu bağlılığın ibtali bir nefesle kolay olduğu
gibi, ruhun bağlılığının iptali de bir çekiştirmeyle kolay olur. Lambanın
yağı bittiğinde, ateş ayrılıp, söndüğü gibi, bedenin tabii rutubeti
bitiminde, nefes ondan ayrı düşer. Her yerde ki, ateş hava alıp sönmez,
orada insan dahi hava alabilip ölmez. Ateşin söndüğü yerde, insan dahi
helak olup, nefes alamaz. Şu halde, madenciler ve kazıcılar, bir mağaraya
girmek isteseler; önce bir uzun asanın ucuna bir kandil asıp, mağaranın
içine sokarlar. Eğer o kandil sönmediyse, onla dahi yürüyüp, içeri
girerler. Eğer kandilin şulesi söndüyse, hemen geri dönerler, kaçarlar.
Nitekim kandilin yağı, fitilinde bittiğinde, iki üç defa şulesi hareket
edip, ışık verir, ondan sonra söner. Ayı şekilde insan da ölüm anında
kuvvetlenir ki, bu duruma ölüm sıhhati derler. Sonra, ruhu bedenden
ayrılır.
Yorumlar
Yorumları Göster Yorumları Gizle