Mustafa Kemal Atatürk - Nutuk/11. bölüm/Ahmet İzzet Paşa Türk milletine hizmet etmeyi Vahdettin'in hadimi…
Efendiler, Ahmet İzzet Paşa, nân ü nimetiyle yetiştiği Türk milletinin içinde kalarak, ona en acı ve kara günlerinde hizmet etmeyi, Vahideddin’in hâdimi olmaya tercih edememişti. Dürrizade Esseyid Abdullah’ın fetvasına tâbi kalıp, emr-i sultanî haricine çıkmaktan, âsim ve ta’zîr-i şer’iye müstahak olmaktan ictinâb etti. Ahmet İzzet Paşa’nın daha başka marifetleri de olmuştur. Ondan da haber vereyim.
Türk milletinin büyük kuvvetleri eline verilmiş zevâta da hususî mektuplarıyla, bütün muharebeler devam ederken ve milletin maddî ve manevî kuvvetlerini düşman karşısına toplamaya çalıştığımız günlerde, yeis ve kesel verecek bedbînliklerini iblâğ etmekte devam ediyordu. Benim, düşman ordusunu behemehâl mağlûp edeceğiz, vatanı, behemehâl kurtaracağız, sözlerimle istihza ederek, İkinci İnönü’nden sonra tekrar şarka Sakarya’ya kadar yürümekte olan Yunan ordusunun hareketini makam-ı tehditte işaret ederek, akl ü iz’an dersi vermekten hâli kalmıyordu.
Efendiler, ne gariptir ki kendisini dev aynasında gören bu dimâğın takip ettiğim hatt-ı hareketin mûcib-i felâket olacağına dair bir mektubu, Sakarya’da düşmana mukabil taarruz yaparak ricâta mecbur ettiğimiz gün hasbe’l-vazife gösterilmişti. Bu mektup bizi hayretler içinde bırakmıştı. Ahmet İzzet Paşa, Yunan ordusunun Sakarya’dan ve en nihayet İzmir Körfezi’nden çekildiğini gördükten ve Lozan Sulhnamesi’ni okuduktan sonra acaba bana yazdığı 6 Temmuz 337 tarihli telgrafnamesindeki şu cümleyi:
“Isnâd buyurulan itiraf-ı gaflet şöyle dursun, şimdiki gibi ahvâl-i siyasiyeyi mû-şikâfâne takdir etmiş olduğumu görmekle nefsime ve efkâr ve mülâhazatıma itimâdım tezâyüd etmiştir.” cümlesini tekrar terennüm etmiş midir?
Ben, buna da ihtimal veririm!
Efendiler, İzzet ve Salih Paşalar aylarca Ankara’da oturdular. Millî prensiplerimizi kabul etmeleri şartıyla, kendilerine millî hizmet ve vazife vermeye müheyyâ idik. Temâyül etmediler. Bir defa olsun Meclis-i Millî’nin kapısından içeri ayak basmadılar. Fakat her halde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin vaz’ ettiği kanunlardan haberdâr bulunuyorlardı. Bu kanunlar ahkâmını ve Millet Meclisi’nin ve Hükümeti’nin İstanbul’a karşı taayyün etmiş olan vaz’ u tavrını, pek âlâ biliyorlardı. Bu kanunlara ve ma’lûm olan vaziyete rağmen, İstanbul’da tekrar iş başına geçip mevcudiyet ve teşebbüsât-ı milliyenin kadr ü nüfûzunu izâleye, düşmanların elinde bâziçe bulunan Vahideddin’in temîn-i hâkimiyetine hasr-ı mevcudiyet eylemelerine verilecek hakikî mananın ne olduğunu ben söylemeyeceğim! Onu, Türk milletine ve Türk milletinin ensâl-i cedîd e ve müteakibesine terk ederim.
Yorumlar
Yorumları Göster Yorumları Gizle