Mustafa Kemal Atatürk - Nutuk/12. bölüm/İkinci Grup teşekkül ediliyor
Efendiler, bi’l-münâsebe arz etmiştim ki Meclis’te teşkil ettiğimiz Müdafaa-i Hukuk Grubu, Meclis müzâkerâtının hüsn-i cereyânını temîne ve Heyet-i Vekile mesâisinin adem-i tevakkufuna nihayete kadar hâdim oldu. Fakat bir taraftan da muhâlif his ve fikirde bulunanlar, her gün, biraz daha tarafdâr buldukça, Grubun mesâisini, müşkilâta dûçâr etmeğe başladılar. Muhalefet fikrinin esas menşei, Müdafaa-i Hukuk Grubu nizamnamesinin madde-i esasiyesindeki ikinci nokta idi. Yani hükümet teşkilâtının, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’na göre yapılması meselesi...
Programın ilk maddesinin son fıkrası, fikir ve hislerde imtizac-ı tâm husûlüne daimî bir mâni halinde kaldı. Bu sebepten, Grup dahilinde de teşettüt-i efkâr ve inzibatsızlık baş gösterdi. Birtakım zevât, Grup’tan ayrıldı. Bu çıkanlar, hariçte bulunanlarla birleşerek Grubu yıkmaya çok çalıştılar, alınan tedbirler buna mâni oldu. Nihayet İkinci Grup namıyla bir grup teşekkül etti. Bu grubu teşkil edenler, memlekette mevcut Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne muhafaza-i intisâb ettiklerini ve onun kongrelerde tespit olunan gayelerinin muakkibi bulunduklarını iddia ediyorlardı, İkinci Grubun zahiren önayak olanları: Salâhattin, Hüseyin Avni Beyler görünüyordu. Birinci derecede faal ve müşevvik olanların ise, Rauf ve Kara Vasıf Beyler olduğu anlaşılıyordu.
Bu grubun, faal ve inatçı azasından olan Samsun Mebusu Emin Bey, son zamanlarda, bi’l-münâsebe Ankara’ya gelmişti. Bütün hakayıkı anlamış, müşevvik ve müfsid olanları tel’în ediyordu. Bu zat, bana şunu hikâye etti: Rauf Bey; İkinci Grubu, müfritâne harekete sevk ve teşvik ediyormuş... Emin Bey, Rauf Bey’e demiş ki: “Bizi sevk ettiğiniz bu iş, sehpaya kadar gider.. O zaman bizimle beraber bulunacak mısınız?” Rauf Bey şu cevâbı vermiş: “Beraber bulunmazsam nâmerdim..!”
Efendiler, malûm-ı âliniz, o zaman mevcut olan kanuna göre, vekâletler için ben, Meclis’e namzet gösterirdim. Mebuslar, irâe ettiğim namzede müsbet veya menfî rey verirler veya müstenkif kalırlardı. İkinci Grup, benim namzetlerimi nazara almayıp, kendi grupları namına ortaya attıkları namzetlere, kanuna muhâlif olarak rey vermek suretiyle, hükümet teşekkülüne mâni olmaya başladılar.
Efendiler, Meclis’te, ordu aleyhine de bir cereyân vücuda getirilmişti. Diyorlardı ki Sakarya Muharebesi’nden sonra aylar geçtiği halde, ordu ne için taarruz etmiyor? Behemehâl taarruz etmelidir! Hiç olmazsa mahdûd, muayyen bir cephede bir taarruz yapılmalıdır ki ordumuzun taarruz kabiliyeti olup olmadığı anlaşılsın! Bu cereyâna mukavemet ettik. Maksadımız, tamamen hazırlığımızı ikmâl ederek umumî ve neticeli bir taarruz yapmak olduğu için, kısmen taarruz fikrini tervîc edemezdik, bunda bir faide yoktu.
Muhâliflerde hâsıl olan kanaat, ordumuzun taarruz kabiliyetini iktisâb edemeyeceği noktasında tekâsüf etti. Bunun üzerine ordunun taarruza sevk ve cereyânını tevkif ettiler. Hücum sistemini değiştirerek, başka bir nazariye ortaya attılar. Bu defa dediler ki, bizim asıl hasmımız Yunanlılar, Yunan ordusu değildir. Zaten Yunan ordusunu kâmilen mağlûp etsek de bununla bizim davamız hitam bulamaz. İtilâf Devletleri’ni, bilhassa İngilizleri fiilen mağlûp etmek icap eder. Bunun için, Yunan ordusuna karşı bir perde hattı bırakmak, asıl orduyu Irak şimal hudûdunda tahşîd edip, İngilizlere taarruz etmek lâzımdır. Muharebe ile davamızın halli nazariyesi takip olunuyorsa yapılacak iş budur...
Yorumlar
Yorumları Göster Yorumları Gizle