Mustafa Kemal Atatürk - Nutuk/14. bölüm/Abdülmecid Efendi babasının adı münasebetiyle de olsa "han"…
Refet Paşa’dan, 20 Teşrinisani 38’de aldığım şifre telgrafnamenin birinci maddesinde, Refet Paşa diyordu ki Abdülmecid Efendi’nin 29 Rebiyülevvel tarihli muharreratı zîrinde “Halife-i Resûlullah Hâdimü’l-haremeyni’ş-şerifeyn cümlesinin altında Abdülmecid bin Abdülaziz Han” imzası kullanılmıştır.
Efendiler, yaptığımız ikazı hüsn-i telâkki ettiğini ifade eylemiş olan Abdülmecid Efendi “Halife-i Müslimîn” yerine “Halife- i Resûlullah” ve babasının ismi münasebetiyle “Han” unvanlarını kullanmaktan men’-i nefs edememiştir. Birtakım mütâlaalardan sonra da Vahideddin hakkındaki beyânâttan sarf-ı nazar ettiğini ve çünkü “âharın ef’al-i redîesini mevzu-i bahis etmek suretiyle bile olsa, bu kabil beyânâtın meslek ve seciyesine girân geleceğinin der-kâr bulunduğunu” bildirmiş. Bu husus, telgrafnamenin ikinci maddesinde münderic idi. Telgrafnamenin üçüncü maddesini, benim, Meclis Reisi sıfatıyla kendisine hilâfete intihap olunduğunu tebliğ eden telgrafnameme yazdığı cevap teşkil ediyordu. Bu cevâbın serlevhası “Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine” diye şahsıma hitap halinde idi. Dördüncü maddede, âlem-i İslâm’a tebliğ edeceği beyanname sureti vardı. Bu beyannamenin yazıldığı İstanbul’un, “Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye” olduğu da itina ile mukayyed bulunuyordu.
21 Teşrinisani 338 tarihli bir telgrafta; “Halife-i Resûlullah” yerine evvelce bildirdiğimiz gibi “Halife-i Müslimîn” denilecektir dedik. Kendisine, hilâfeti tebliğ eden telgrafnamemize vereceği cevâbın şahsıma değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi Riyâseti’ne olmasını ihtar ettik. Muharrerâtında, siyasî, umumî hususlara şâmil kelimeler olduğundan ve bunlardan ihtirâz lüzumundan bahsettik.
Efendiler, ehemmiyetsiz teferruat gibi telâkki edilmesi pek mümkün olan bu izâhâtımla işaret etmek istediğim esaslı nokta şudur: Ben, saltanat-ı şahsiyenin ilgasından sonra, başka unvanla aynı mahiyette bir makamdan ibaret olması lâzım gelen hilâfetin de mülga olduğunu kabul ediyordum. Bunun, münasip zaman ve fırsatta telaffuzunu tabii buluyordum. Halife intihap olunan Abdülmecid Efendi’nin, bu hakikatten büsbütün gafil olduğu iddia olunamaz. Bâ-husûs, kendisinin halife unvanıyla icra-yı saltanatı esbâb ve şerâitini ihzâr ve temîn edebileceklerini tahayyül edenlerin mevcudiyeti düşünülürse, muhatabımızın ve tabii taraftarânının saffet ve gafletine zâhib olmak asla câiz olamazdı.
Yorumlar
Yorumları Göster Yorumları Gizle