Mustafa Kemal Atatürk - Nutuk/9. bölüm/Ethem, Tevfik Kardeşler ve kendilerinin hemfikri olan bazı arkadaşlarının…
Muhterem Efendiler, bu vaziyeti hep beraber mütâlaa etmeğe medâr olacak kadar ma’lumât arz ettiğimi ümit ederim. Sühûletle anlaşılmakta idi ki Ethem, Tevfik kardeşler ve kendilerinin hemfikri olan bazı arkadaşları, hükümet-i milliyeye karşı isyana karar vermişlerdi. Bu kararlarının tatbikine, cephede, Tevfik Bey vesile ararken ve kuvvetlerini cepheyi terk ederek toplarken, Ankara’da Ethem Bey ve mebus olan kardeşi Reşit Bey ve daha birtakımları siyaseten çalışıyordu. İsyan plânında muvaffak olabilmek için, her şeyden evvel buna mâni tasavvur olunan Garp Cephesi’ndeki ordunun başındaki kumandanı, itibar ve makamından düşürerek, orduya hâkim olmak elzem idi. Ondan sonra da Meclis efkâr-ı umumiyesini tamamen kendi lehlerine çevirerek kumandan veya vekil veya hükümet ıskatında mazhar-ı sühûlet olmak mühim idi. İşte bu maksatlarla çalışmakta olduklarına bizde şüphe kalmamıştı. Ethem Bey’in, İsmet Paşa’ya ve kardeşi Tevfik Bey’e yazdığı telgraflarda kullandığı mülâyim ve nâzikâne bazı kelimelerin, henüz zaman kazanmak maksadına ma’tûf olduğuna ve meseleyi İsmet Paşa ile Tevfik Bey arasında su-i tefehhümden mütevellid bir teessürden, en nihayet Tevfik Bey’in asabiyetine mağlûp olarak fazla hareketinden ibaret gösterip, kendilerinin gayet mutî ve mütevazı olduklarını bir zaman için daha göstermeğe çalıştıklarına hükmetmemek mümkün değildi. Biz de vaziyeti olduğu gibi ciddî telâkki ettik. Siyasî ve askerî tedbirlerimizi ona göre tatbike başladık.
Efendiler, arz etmeliyim ki her nokta-i nazardan gerek cephede ve gerek Ankara’da icap eden tedbirleri aldırmıştım. Ethem ve kardeşlerinin isyanından asla çekinmiyordum. İsyanları halinde, te’dîb ve tecziye olunabileceklerine şüphem yoktu. Onun için gayet serin ve geniş hareket ediyordum. Mümkün olduğu kadar kendilerini nasihatle daire-i edep ve itaata getirmeye çalışmayı, bunda muvaffak olamadığım takdirde, efkâr-ı umumiyede daha ziyade vuzûh peyda edecek olan ef’âl ve harekât-ı mütecâvizânelerinin icabını yapmayı tercih ediyordum. Bu mütâlaaya binâen Ankara’da bulunan Ethem ve Reşit Beyleri ve bazı zevâtı beraber alarak bizzat Eskişehir’e gitmeye ve orada İsmet Paşa ile de birleşerek vicâhen konuşmaya ve anlaşmaya, 2/3 Kânunuevvel 336 tarihinde karar verdim. Ethem Bey’in bu seyahatte bana refakatten ictinâb edeceğini tahmin ediyordum. Halbuki behemehâl Ethem Bey’i beraber alıp götürmek bence lüzumlu idi. Bunun için arzusu olsun olmasın, Ethem Bey’i beraber götürmek veyahut ısrarı halinde ona göre muamelede bulunmak üzere icap eden tedâbîri de emretmiştim.
Fi’l-hakika, ertesi günü, Ethem Bey hastalığından bahsederek beraber seyahat edemeyeceğini bildirdi. Doktor Adnan Bey de Ethem Bey’in rahatsızlığının seyahate mâni olduğunu söyledi, ısrar ettim. Nihayet, 3 Kânunuevvel 336 akşamı bir tren-i mahsusla Eskişehir’e hareket ettik. Ethem ve biraderi Reşit Beylerden mâadâ beraber bulunan arkadaşlardan başlıcaları şunlardı:
Kâzım Paşa, Celâl Bey, Kılıç Ali Bey, Eyüp Sabri Bey, Hakkı Behiç Bey, Hacı Şükrü Bey.
4 Kânunuevvel 336 sabahı erkenden henüz ben uykuda iken tren Eskişehir’e vâsıl oldu. Daha evvel İsmet Paşa’nın henüz Bilecik’te bulunduğu anlaşılmış olduğundan Eskişehir’de durmayıp Bilecik istasyonuna gitmeğe karar vermiştik. Eskişehir ’de uyandığım zaman, trenin niçin durup hareketine devam etmediğini sordum. Yaverlerim, arkadaşların sabah kahvaltısı yapmak üzere istasyonun karşısındaki lokantaya gittiklerini ve şimdi gelmek üzere bulunduklarını söyledi. Çabuk gelmeleri için haber gönderilmesini ihtar ettim. Birkaç dakika sonra, hazırız denildi. Bütün arkadaşlar geldi mi? dedim. Bunun üzerine yapılan tahkikten anlaşıldı ki herkes hazırdır, ama Ethem Bey bir arkadaşıyla beraber ortada yoktur. Derhal Ethem Bey’in firâr ettirildiğine hükmettim. Fakat bu hükmü kimseye söylemedim. Yalnız o halde, dedim, Ethem Bey olmaksızın bizim Bilecik’e gitmemizde bir faide yoktur. İsmet Paşa’yı da buraya davet ederiz.
İsmet Paşa da telgraf başında, hususî muhavereden sonra Eskişehir’e hareket etti. Daha evvel yalnız ve hususî görüşmemiz lüzumlu olduğundan ben de bir iki istasyon ileri giderek, buluştuk. Beraber 4 Kânunuevvel 36 akşamı Eskişehir’e geldik. Orada bekleyen arkadaşlarla hep beraber bir lokantada yemek yedik. Ethem Bey hazır değildi. Nerede olduğunu biraderinden sordum. Rahatsızdır, yatıyor, dedi. O gece İsmet Paşa karargâhında Kâzım Paşa, Celâl Bey, Hakkı Behiç Bey hazır olduğu halde Reşit ve Ethem Beylerle konuşacaktık. Onun için Reşit Bey, Ethem Bey’in hasta olduğunu söylerken görüşmek üzere karargâha gelebileceğini de ilâve etmişti. Yemekten sonra karargâha gittik fakat Ethem Bey gelmemişti. Reşit Bey’e ne vakit geleceğini sordum. Verdiği cevap şu idi: Ethem Bey bu dakikada kuvvetlerinin başındadır!
Bu habere rağmen, sakin bulunmayı ve görüşmeyi tercih ettik.
Şu noktayı da izah etmeliyim ki ben, Eskişehir’e bir sıfat-ı resmiye ile gitmemiştim. Bazı arkadaşların da huzuruyla İsmet Paşa ile olan mülâkat ve müzâkerâtımızı bî-taraf bir arkadaş sıfatıyla yaptığımı söylemiştim. İsmet Paşa, vaziyeti, cereyân eden muhhaberâtı, Kuvâ-yı Seyyare Kumandan Vekili sıfatıyla Tevfik Bey’in aldığı vaz’-ı serkeşâneyi izah etti. Reşit Bey, kardeşleri ve kendi namına cevap veriyordu. Reşit Bey, gayet dürüşt ve mütecâvizâne konuşmaya başladı. Kardeşlerinin birer kahraman olduklarını, hiç kimsenin taht-ı emrine girmeyeceklerini ve bunu böylece kabul etmeye herkesin mecbur olduğunu bîpervâ söylüyor ve ordu, zapt u rapt, kumanda, hükümet mefhûmlarına ve bunların icâbatına dair serd edilen mütâlaata kulak dahi vermiyordu. Onun üzerine, ben dedim ki: “Bu dakikaya kadar sizinle eski bir arkadaşınız sıfatıyla ve sizin lehinizde bir neticeye dest-res olmak hiss-i samimânesiyle görüşüyordum. Bu dakikadan itibaren arkadaşlık ve hususiyete ait vaziyetim hitam bulmuştur. Şimdi karşınızda, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve Hükümeti’nin Reisi bulunmaktadır. Reis-i Devlet sıfatıyla Garp Cephesi Kumandanı’na halin icabını tatbikte salâhiyetini kullanmasını emrediyorum.” Der-akab İsmet Paşa da dedi ki: “Maiyetimde bulunan kumandanlardan herhangi biri bana itaatsizlik etmiş olabilir. Ben, onu terbiye ve te’dîbe muktedirim. Bu hususta henüz kimseye karşı aczimi itiraf etmiş ve hiç kimsenin bana ait olan bu vazifenin teshîl-i ifasına delâletini ricâ etmiş değilim. Ben vaziyetin icabını yaparım.”
Tarafımdan ve İsmet Paşa tarafından alınan bu ciddî vaziyet üzerine âvâzı çıktığı kadar bağırırcasına konuşan Reşit Bey, derhal ilticakârâne bir vaziyet aldı ve ileri gitmekte acele edilmemesini ve kendisi kardeşlerinin yanına giderse bir çare-i tesviye bulabileceğini beyan etti. Bundan bir netice çıkmayacağı, maksadın kardeşlerini tenvîr ve zaman kazanmak olduğu meydanda idi. Buna rağmen, Reşit Bey’in bu teklifini kabul ettik. Ertesi günü İsmet Paşa’nın hazırlatacağı bir tren-i mahsusla Kütahya’da kardeşlerinin yanına gitmesine muvafakat olundu. Kâzım Paşa’nın da Reşit Bey’le beraber gitmesi münasip görüldü. Hareket ettiler.
Yorumlar
Yorumları Göster Yorumları Gizle