Dünyanın Önde Gelen Haberleri ve Ansiklopedisi
Slimfit
  1. TARİH

Mustafa Kemal Atatürk - TBMM 1.Dönem 1.Yasama Yılı Açılış Konuşması 24 Nisan 1920 (I hissə)

Mustafa Kemal Atatürk - TBMM 1.Dönem 1.Yasama Yılı Açılış Konuşması 24 Nisan 1920 (I hissə)
Sakura

Mustafa Kemal Atatürk - TBMM 1.Dönem 1.Yasama Yılı Açılış Konuşması 24 Nisan 1920 (I hissə)

Sayın milletvekilleri! 
Bu gün içinde bulunduğumuz durumu büyük Meclisinizin huzurunda tam olarak ortaya koyabilmek için bazı açıklamalarda bulunmak istiyorum. Arzedeceğim konular birkaç bölüme ayrılabilir: Birinci bölüm, Ateşkesten Erzurum Kongresine kadar geçen süre içindeki durumla ilgilidir. İkinci bölüm, Erzurum Kongresinden 16 Mart tarihinde İstanbul'un düşmanlar tarafından işgal edildiği güne kadar olan süreyi içine almaktadır. Üçüncü bölüm, ise 16 Mart’tan şu dakikaya kadar olan durumla ilgili olacaktır. Açıklamalarım birtakım belgelere dayanacaktır. İzninizle o belgeleri gerektikçe burada okuyacağım. Yalnız birinci dönem ile ilgili açıklamalarım belki biraz şahsi olacaktır. İçinde bulunduğumuz durumu bütünüyle aydınlatabilmek için o dönemden söz etmeyi gerekli buluyorum. Yüce makamlarınızca da bilindiği gibi, Ahmet İzzet Paşa Hükümeti, milli temele dayanan âdil bir barışı sağlayabilmek umudu ile ateşkes istedi. Bağımsızlığı uğrunda dürüst ve cesur bir biçimde savaşan ulusumuz, 30 Ekim 1918 tarihinde imza edilen ateşkes antlaşması ile silahını elinden bıraktı.

İtilâf donanmaları İstanbul'a girdikten sonra ateşkes antlaşmasının hükümleri bir tarafa bırakıldı; gün geçtikçe artan bir şiddetle, saltanat hakları, hükümetin gururu, milli onurumuz hiçe sayıldı. İttilâf heyetinden gördükleri özendirme ve koruma sayesinde Osmanlı uyruğundaki müslüman olmayan unsurlar her yerde küstahça saldırılara başladılar.

Meclis-i Mebusan'ın feshi, kuvvetini milletten almayan hükümetlerin sık sık değişmesi ve halkın vicdanından doğan milli birlik uğrundaki çalışmaların üzücü bir şekilde siyasi ihtiraslara kurban edilmesi yüzünden dünyaya karşı milli varlığımız duyurulamadı.

Yabancı kuvvetlerin işgali altında inleyen başkentimizde kan ağlayan bütün onurlu kişiler, millet aydınları, din ve devlet hizmetlerinin önde gelen kişileri, büyük hilâfet ve saltanat makamı milli bağımsızlığımızın bu tehlikeli durumdan kurtarılmasının ancak milli vicdandan doğan birliğin azim ve iradesine bağlı bulunduğuna iman getirdiler. Fakat İstanbul'un baskı ve işgal altında bulunması sebebiyle milli onuru korumaya maddeten olanak kalmamıştır. İşte bu sırada, Anadolu'ya mülki ve askeri işlerle görevli olarak ordu müfettişliğine atandım. 16 Mayıs 1919 günü İstanbul'u terk ettim, Samsun'da bu iş için görevlendirilmemi, din ve millete hizmet etmek için en büyük ve kutsal bir şeref olarak kabul ettim.

Milli vicdanın büyük iradesine bağlı olarak, milleti bağımsız ve vatanımızı düşmanlardan arınmış görünceye kadar çalışmak andıyla 16 Mayıs 1919 günü İstanbul'dan ayrıldım. Samsun'da işe başladım. İlk düşüncem, ülkemizde güvenliği kendi olanaklarımızla gerçekleştirebileceğimiz inancı oldu. Aslında Canik Livası'nın (Merkezi Samsun'da olan o zamanki sancağın adı) özel durumu da bu konuda en hızlı biçimde davranılmasını gerekli kılmakta idi. Gerçekten Rumların egemenliğini ve islâm halkının tutsaklığını amaçlayan, Atina ve İstanbul komitaları tarafından yönetilen Pontus Hükümeti, Karadeniz sahili ile kısmen Amasya ve Tokat'ın kuzey ilçelerinde oturan Osmanlı Rumlarının hayallerini körüklüyordu. Alınan önlemler sayesinde başarılı sonuç elde edildi. Fakat bu önlemler ve başarı yalnız Pontus dolayları ile sınırlı idi. Halbuki her gün haksızlıklarını artıran İtilâf Devletlerine milli varlığımızı siyasi olarak kanıtlamak ve fiili saldırılar karşısında ulusun namus ve bağımsızlığını bilfiil korumak çok önemli idi. Aslında doğuda ve batıda, hemen ülkemizin her yanında millet ve vatan haklarını korumak ve kollamak için dernekler kurulmuştu. Bu dernekler, düşmanlarının esaret boyunduruğuna girmemek amacı ile milli vicdanın azim ve iradesinden doğmuş kuruluşlardı.

Bu sıralarda, bütün belediye başkanlarımıza İstanbul'da İngiliz Muhipleri Cemiyeti (İngiliz Dostları Derneği.) kurulduğu ve her yerde derneğe katılarak İngilizlere yardım edilmesinin gereği konusunda Said Molla imzası ile bir telgraf geldi. Bu olayda Hükümetin ilgi derecesini ölçmek için Sadrazam (Başbakan) olan Ferit Paşa’dan bilgi istedim. Hiçbir cevap alamadım. Bilinmeyen kişiler tarafından başlatılan böyle düzensiz ve çeşitli siyasi maceralara yönelik girişimlerin, büyük felâketlere sebep olacağını anlayan ulus, Said Molla’nın çağrısını önemsemedi.

Binlerce saldırı ve haksızlıklar altında inleyen ve İzmir faciası olayı karşısında kan ağlayan millet, hükümetten ve itilâf devletleri temsilcilerinden ağlayarak yardım ve hak isterken, pek çok belediye başkanı ve birçok milli hakları koruma dernekleri gönderdikleri telgraflarda hakkımda güvenlerini bildirerek benden bu konuda çalışma ve özveri istiyorlardı. Yaşamımı ve kişiliğimi adadığım soylu ve ezilmiş ulusumun bu haklı isteği üzerine artık benim için kutsal görev, milli iradeye uymayı her şeyin üzerinde görmekti. (Sürekli alkışlar) Bunun üzerine yayınladığım bir genelge ile millete kesin sözümü verdim. işbu genelgenin son cümlesi şöyle idi:«Geçirdiğimiz şu ölüm ve kalım günlerinde, bütün milletçe her tarafta arzu ve coşku ile elde edilmeye azmedilen milli bağımsızlığımız uğrunda tüm varlığımla çalışacağıma güvenmenizi isterim. Bu kutsal amaç uğrunda ulusumla birlikte sonuna kadar çalışacağıma da mukaddesatım adına söz veririm»

27 Mayıs 1919 günü «Türkiye - Havas Reuter» adında itilâf devletlerinin kurduğu ajans, bildiğiniz gibi toplanan Saltanat Şürası (Padişahlık Danışma Kurulu) hakkındaki açıklamalarında «Genel kurulun düşüncesinin, Türkiye için büyük devletlerden birinin koruyuculuğunu sağlamak olduğu» kaydı ile yayın ve bildiride bulundu. Bu yayının doğruluk derecesi hakkında bütün ulusta büyük bir şüphe ve tereddüt uyandı. Ajans haberinin tamamen bir uydurmaya dayandığı ve Saltanat Şürasının hiçbir şeye karar veremediği, çoğunluğun hükümete güven duymadıkları ve geleceğimizle ilgili olayın bir milli şüraya sunulmasının gerektiği konusunda konuşmalar yapıldığı, bundan dolayı herkesin milli bağımsızlık taraftarı olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine Sadaret Makamı’na aşağıda açıklayacağım bilgileri sundum ve durumdan halkı haberdar ettim.

 

Yüce Sadrazamlık Makamına

27 Mayıs 1919 tarihli Türkiye - Havas Reuter ajansı, Saltanat Şürasında çoğunluğun düşüncesinin, Türkiye'nin bütünlüğünü koruma şartıyla büyük devletlerden birinin koruyuculuğunun sağlanması olduğunu yazıyor ve açıklıyordu. Saltanat Şürası konuşmalarını aynen yayımlayan 27 Mayıs 1919 tarihli İstanbul gazetelerinin yazdıklarına göre yalnız Sadık Beyin yazılı önergesinde İngiltere korumasının önerildiği ve bunun da genel kurulun fikri olmadığı anlaşılıyor. Ajans ile gazetelerin yayını arasındaki çelişki, bazı taraflarca üzerinde durulmaya ve ajansın gerçeği saptırmak konusunda kendini yetkili görme cüreti ise soruşturulmaya değer görülmüştür. içinde bulunduğumuz bu hassas devrede artık her gerçeği tam anlamı ile kavrayan ve bütün kötü sonuçlara karşı en son özveriyi göze alarak milli bağımsızlığımızın korunması konusunda kesin kararlı olan milletin, huzura kavuşması ve avunmasının Hilâfet ve Saltanat makamından gelecek doğru ve samimi bir işarete bağlı olduğu kanısındayım. Milli vicdanı temsil etmeyen haberler, endişelendirici tepkiler yapabileceğinden bu konuda açıklayıcı ve uyarıcı olmanızı özellikle rica ederim. Üçüncü Ordu Müfettişi ve Padişahın Fahri Yaveri MUSTAFA KEMAL

 


Bu sıralarda, İzmir ve Aydın'daki iz bırakan faciaların etkisi ile de millet uyanmış ve heyecanı dikkati çekecek bir düzeye varmıştı. Ulusun düşüncelerini geçici olarak yatıştırmak arzusu ile olacak, Sadrazam Paşa Paris'e davet olundu. Ferit Paşanın başkanlığı altında giden heyete milletin güveni olmadı, ben de şahsen milletin bu haklı şüphesine katıldım. Millet, giden heyetin programının açıklanmasını istedi. Bu pek karışık zamanda Harbiye Nazırından (Milli Savunma Bakanı) aşağıdaki telgrafı aldım: «Yüksek emirleriniz altındaki gemilerden biri ile hemen buraya gelmeniz rica olunur.» 8 Haziran 1919 Harbiye Nazırı Şevket Turgut Bu davetin amacını ve içyüzünü anlayamadım, açıklayıcı bilgi istedim. Ayrıca, konuyu Genelkurmay Başkanı olan Cevat Paşa’dan da sordum. Adı geçen kişiden 11 Haziran 1919'da aldığım cevapta «Kıymetli bir generalin Anadolu'daki gezisinin kamuoyunda iyi. bir etki yapmayacağı düşünülerek İngilizlerin beni istediği bildiriliyordu. Bu gerçeği öğrenince doğrudan doğruya saygıdeğer Padişah hazretlerine şu fikirlerimi arz ettim. Padişah Hazretlerinin devletli mabeyni (Sarayda ,Padişahın yazı ve görüşme işlerine bakan daire, özel kalem.) yüce başkâtibi vasıtasıyla Padişah Hazretlerinin devletli katına: Büyük ulusun ve kutsal hilâfetin biricik ve gerçek dayanağı bulunan yüce saltanatınızı Tanrı kötülüklerden korusun? Yüce Padişahım, ülkemizin bu gün uğradığı büyük baskı ve bölünme tahlikesi karşısında ancak yüce varlığınız başta olmak üzere, milli ve kutsal bir kudretin çabası; vatanı, devlet ve milletin bağımsızlığrını şan ve şerefi büyük hanedanının altı buçuk asırlık yüce tarihini kurtarabilir. Çevremizdeki kişiler bu genel kanıda birleşmiştir. Son olarak huzurlarınıza kabul edilmek onurunu kazandığımda, üzücü izmir olayı dolayısıyla hüzün dolu olan kutsal kalbinizden doğan kurtuluşla ilgili görüşleriniz bu gün bile belleğimdeki yerini korumaktadır. Bu duygumu açıklamak isterim. İstanbul'dan son olarak ayrılacağım gün bu şerefe kavuşmuştum. Bu sırada Yüce Şahsınız Boğaziçinde bulunan İngiliz donanmasının saraya yönelik toplarını göstererek, «görüyorsun» dediniz. «Ben artık memleket ve milletin , nasıl kurtarılması gerekeceği hususunda kararsızlığa düşüyorum» ve ellerinizi kaldırarak, «inşallah millet akıllanır ve uyanır, bu üzücü durumdan gerek beni ve gerekse kendisini kurtarır» buyurdunuz. Yazımda arz etmek istediğim bu kutsal sözlerdir. Hükümdarımızın bu gönül dileğinden esinlenerek kesin kararlı ve inançlı olarak görevime devam ediyorum. Hükümdarımızın emirleri gereği Sadrazam Paşa kulunuzu daima önemli konularda aydınlatmakta ve gereğini arz etmekte ve uygulamaktayım. Şu bir ay içinde Zat-ı Şahanelerinin Anadolu’sundaki hemen bütün il, liva, ilçe ve hudut boylarına kadar olan yerlerdeki milletin durumunu ve tüm kumandan ve memurların düşünce ve çalışmalarını öğrendim ve bilgi edindim. Sonuç olarak açık bir şekilde görülüyor ki, millet baştan aşağı uyanık olup devlet ve milletin bağımsızlığı ve yüce saltanat ve hilâfet hakkının korunması için kesin kararlı ve inançla dolu bulunuyor. İstanbul'da iken milletin bu kadar kuvvetle ve az sürede felâketlerden bu derece etkilenebileceğini düşünemedim. Yüce Padişahım! Bu nitelik ve durumda bulunan ve kutsal şahsınıza bağlılık içinde olan temiz milletinize tam anlamı ile güvenilmesi ve bunun karşılığı olarak da gerçekten bu milli ve vicdani kuvvete yardımcı olunması gerekir. Son kutsal buyruklarınız bütün milletin azim ve yiğitliğini artırmıştır. Yalnız, üzülerek bildirmek isterim ki, temiz Anadolu halkı, bugünkü zor dönemde bile İstanbul'daki uygunsuz ve nefret uyandıran konulardan ve kışkırtıcı söylentilerden rahatsız durumdadır. Gerçekten İstanbul yöresinin bozulmaya yatkın ahlâkı ve bundan yararlanmayı bilen yabancılar, devlet ve milletin yok olması ve devlet, millet ve padişahına bağlı, özverili hizmet yeteneği bulunan kişilerin ortadan kaldırılması konusunda aşırı bir cesaret gösteriyorlar. Yüce Padişahım! Hükümdarları hatırlayacaklardır ki, verilen görevin yerine getirilmesi sırasında, yabancıların ve bazı bozguncuların mutlaka yalanlama ve önleme ihtimallerini daha İstanbul'da sunduğum açıklamalar içinde üstü kapalı şekilde anlatabilmeye çalışmış ve özellikle Sadrazam Paşa ile Devletin bazı önemli kişilerine pek açık olarak anlatmış ve böyle durumlar karşısında Ali İhsan ve Yakup Şevki paşaların düştüğü kötü duruma düşmeyeceğimi eklemiştim. İşte milli vicdanın ciddi izlenimlerini ve meydana. gelen yeni durumları, istilâcı çıkarlarına, zıt gören İngilizler ve vatanın zararına da olsa, İngiliz taraftarlığını meslek edinen zayıf karakterliler, bu kere güçsüzlüklerini ortaya koyarak beni İstanbul'a çağırmak girişiminde bulunuyorlar. Pek şerefli hakanımızdan, milletine, vatanına bağlı ve bu uğurda ölümü hoşgörü ile karşılayan benim gibi bir kumandanın, yüce saltanat haklarına ve milletin ölmezliği ve var oluşuna düşman olanlarla işbirliği yapacağını ummaları kesinlikle beklenemezdi. Bundan dolayı bendeniz Malta'ya gitmek veya en azından iş görmez duruma getirilmek gibi ihtimaller karşısında bırakıldım ve doğal olarak da bunu kabul etmeyeceğim, eğer zorunlu kılınırsam gönül rahatlığı ile memuriyetimden istifa ederek eskiden olduğu gibi Anadolu'da ve millet sinesinde kalacağım; vatan görevimi bu kez daha açık adımlarla sürdüreceğim. Millet bağımsızlığına kavuşsun, saltanat makamı ile yüce ve büyük hilâfet yok olmaktan kurtulsun. Sonsuz bağlılığımın daima artmakta olduğunu bildirerek buna inanmanzı rica ederim. Üçüncü Ordu Müfettişi ve Padişahın Fahri Yaveri M. KEMAL

 


Bütün milletin, durumunu anlayarak geleceğine kendi başına hükmetmeye kararlı olduğunu anlamıştım. Milletin ve ülkenin şimdiki durumu göz önünde tutularak, haklarını korumak ve kollamak üzere her türlü etki ve denetimden arındırılmış milli bir kurulun oluşturulmasını gerekli gördüm. Bunun için ilgili kişilerle görüşerek ve konuşarak Sivas'ta genel bir milli kongrenin toplanmasını kararlaştırdık. Büyük ve kanlı tehlikeli olaylarla daha çok karşı karşıya bulunan doğu illerimiz, Erzurum'da adı geçen il adına aynı amaçla bir kongre toplanması girişiminde bulunmuştu. Sivas Kongresi için gizli bir bildiri ve mektup yayımladım. Bu mektup ve bildiri yüce malümlarınızdır. Bu sırada Müdafaa-i Hukuku Milliye (Milli hakları koruma) derneklerine ait telgrafların çekilmemesi konusunda Posta ve Telgraf Genel Müdürlüğü tarafından posta ve telgraf müdürlerine bir emir verildiği haber alındı. Vatanın tutsak bulunduğu bu tarihi dönemde, milli sesimizi duyurmada yararlı olan araçtan, milli kuruluşumuzun faydalanmasını engelleme cesaretinin millete karşı büyük ve haince bir cinayet ve islâmiyete karşı büyük bir günah olduğu açıktı. Bu acımasızca girişimin derhal önüne geçmeyi vicdani bir görev saydım ve genelge ile her tarafa gereken emirleri verdim. Durumu padişah hazretlerine arz ettim ve Sadaret makamına (Başbakanlık) ve Harbiye Nezaretine (Milli Savunma Bakanlığı) ve Posta Telgraf Genel Müdürlüğüne de yazdım. 24 Haziran 1919 tarihinde İçişleri Bakanı Ali Kemal Beyin de bir genelgesinden haberdar edildim, bu genelgede; Haksız olarak yapılan elkoyma ve acımasızca yapılan işgallerden ne derece üzüntü duyulursa duyulsun; Hükümet, ne Yunanistan’la ne de başkası ile şu sıralarda savaş veya çatışmaya giremez. Paris'teki konferansa giden delegelerimizin anavatanı kurtaracaklarına olan ümidimiz günden güne artmaktadır. Savunma gerekçesi hazırlayanlara engel olunuz. Haklarında acımasızca davranınız! Bunlar eski düşmanlarımızdır. İşleri bozulmak üzere iken yeniden düzelmesine izin vermeyin! (Protestolar ve alçak sesleri) denilmekte idi. Ali Kemal Beyin bu çabasını engelledim ve bununla ilgili olarak yüce Padişahlık makamına şu yazıyı sundum; İçişleri bakanı beyin 18 Haziran 1919 tarihli illere yayımladığı şifreli bir genelge, milli hakların korunması ile ilgili çalışmaları şiddetle yasaklıyor. Pek acıklı ve üzücüdür ki aynı tarihte Posta Telgraf Genel Müdürü de milletin sesini kısmaya yönelik bilgisizce hazırlanmış, başarısızlığa ve pişmanlığa mahküm bir telgraf yayınlamıştır. Yüce Padişahım! Devam eden bu günkü parçalanma tehlikesi karşısında başta yüce saltanat makamınız olmak üzere kutsal durumunuzu kurtarma ve korumaya azmetmiş olan yüce milletimizin de böyle küçültücü ve gönül kırıcı bir düşünce ile yok sayılması tarihin ve milli vicdanın hiçbir zaman affedemeyeceği olaylardır. Gerçi böyle bir düşüncenin hiçbir yerde kabul edilmediğini ve uygulanmadığını teşekkürlerimle arz ederim. Yine de yüce milletimize vatan ve devlet tarihine karşı uygun görülen bu uygulamalar, gelecek ile pek acımasızca alay etmek oluyor. Bu olay coşkulu bakışlara ve millet düşüncesine yansıdıkça, Hükümete güvensizlik duymak gibi pek kötü sonuçlar doğurabileceği şüphesizdir. Size durumu bu şekilde sunma cesaretini gösterirken, bağlılığımı saygı ile tekrar ettiğimi yüce şahsının bilgilerine sunarım. Üçüncü Ordu Müfettişi ve Padişahın Fahri Yaveri M. KEMAL

 


27 Haziran 1919'da Sivas'a geldim. Görevden alındığım konusunda Ali Kemal Beyin bir genelgesinin daha geldiğini öğrendim. 23 Haziran 1919 tarihli bu şifreli genelgede: «İngiliz özel temsilcisinin arzu ve direnmesiyle görevden alındı. Adı anılanın İstanbul'a çağrılması Harbiye Nezaretine ait bir görevdir. Fakat İçişleri Bakanlığının kesin emri; Artık o kişinin görevli olmadığını bilmek ve kendisi ile hiçbir resmi işleme girişmemek ve hükümet işleri ile ilgili hiçbir isteğini yerine getirmemektir» deniliyordu. Bu işlemle ilgili olarak Sadarete ve Harbiye Nezaretine 28 Haziran 1919'da şu telgrafı çektim: «Müdafaa-i Hukuku Milliye (Milli hakları koruma) ve Reddi ilhak (,ilhakı red Yunan hakimiyetini red) derneklerine yardım ettiğim ve İngilizler tarafından ayrılmam istendiği için görevden alındığımı ve buna diğer azı yersiz sözler de eklenerek İçişleri Bakanı Ali Kemal Bey’in konuyu mülki makamlara bir genelge ile duyurduğunu öğrendim. Bendenizi bu göreve seçerek atanmamı buyuran Padişah hazretlerinin bu konudaki fikirlerini almak onuruna erişemediğim gibi, ne yüce sadaret makamından ve ne de Harbiye Nezareti yüce katından görevden alındığım konusunda hiçbir emir de almadım. Böylece Ali Kemal Bey’in bu gizli yazı ve genelgesinin ne gibi yanlış düşünceler altında oluştuğunu, devlet büyükleri arasında ayrıcalık ve ülkede kanunsuzluk, asayişsizlik ve sonuç olarak da millet içerisinde anarşi yaratabilecek olan düşünce biçiminin ne kadar gereksiz olduğunu açıklamayı gerekli görmüyorum. Ali Kemal Beyin görevden ayrılması ile ilgili telgraf haberleri, belirtilen olayın yüce Hükümetçe onaylanmadığını tümüyle göstermiş ve ülkede sebep olduğu kötü etkiler ve yanlış anlama her ne kadar kısmen ortadan kaldırılmış ise de, bu işlemlerin bakanlar kurulunun istek ve kararları dışında yapıldığına kesin olarak inanmış bulunmaktayım. Bu tehlikeli ve sorumluluğu ciddi ağırlık taşıyan düşüncelerin ülkenin ve milletin gelecekteki kurtuluşunu engelleyici büyük ısrarlar getirebileceğini tekrarlamak zorundayım. Adı geçen kişi ile ilgili işlem konusundaki kararı yüce makamlarınızdan arz ederim. Üçüncü Ordu Müfettişi ve Padişahın Fahri Yaveri Tuğgeneral M. KEMAL

 


Bütün illere, bağımsız ve bağlı mutasarrıflara (Sancağın en büyük mülki âmiri, vali ile kaymakam arasında yönetici), kolordulara ve ikinci ordu müfettişliğine de şu telgrafı yazdım: 27 Haziran 1919 Müdafaa-i Hukuku Milliye ve Redd-i İlhak gibi sadece vatanı ve milli bağımsızlığı korumaya yönelik kutsal bir amacı desteklediğim için ve İngilizler tarafından böyle arzu edildiğinden bahsedilerek görevimden alındığımı, İçişleri Bakanı Ali Kemal Bey’in mülki makamlara gizli bir genelge ile bildirdiğini öğrendim. 1. Bendenizi bu memuriyete seçip, atanmamı buyuran Padişah hazretlerinin bu husustaki buyruklarını almak onuruna ulaşamadığım gibi, bu ana kadar ne yüce Sadaret makamından ve ne de Harbiye Nezareti yüce katından görevden alındığıma ilişkin hiçbir emir almadım. Bundan dolayı, Ali Kemal Beyin bu gizli yazı ve genelgesinin ne gibi yanlış düşünceler altında oluştuğunu zaman ve olaylar çok geçmeden halkın önünde aydınlatacaktır. Devlet büyükleri arasındaki ayrıcalık ve ülkede kanunsuzluk, asayişsizlik ve sonuç olarak anarşi yaratabilecek olan bu gereksiz düşüncenin, tarih ve millet önündeki tehlike ve sorumluluğuna dikkatini çekmeyi gerekli buluyorum. Ali Kemal Bey’in yetkisinin üzerinde ve milletimizin varlığına karşı olan bu gizli ve kanunsuz davranıştan geri dönüleceği tabiidir. 1. Memuriyetimin sona ermesi konusunda padişah hazretlerinin buyruğunu alırsam, doğal olarak resmi görevimden ayrılarak bunu başkalarından önce özellikle benim duyuracağım bilinmelidir. Böyle bir durumda, vatanın kurtarılmasını amaçlayan dini ve milli birliği korumak, bu milletin sinesinden çıkan milliyetçi bir kişi olan benim için en yüce bir görev ve kesin bir amaç olacaktır. Bundan dolayı, devlet tarafından ve padişah buyruklarına bağlı olarak üçüncü ordu müfettişliği ve bunun devlet ve millete karşı olan sorumluluğu üzerimde bulundukça, Babıâli'nin emirlerinde yer alan resmi görevlerimizden dolayı bütün onurlu valiler ile bağımsız sancakların (İl ve ilçe arasındaki büyüklükte bir yönetim birimi.) emirlerimi yerine getirmek zorunda ve bu günkü gerçeği anladıktan sonra her zaman ve tarih karşısında da sorumlu bulunduklarını ivedilikle bildiririm. Bundan sonra ordu müfettişliği devletin bir resmi makamı olup hiçbir zaman kişi ile ilgili bulunmadığından makamın kendine özgü yazışma ve düzenini iyi bir şekilde korumak ve devam ettirmenin kanuni bir zorunluluk olduğunu ve bu bildirimin Ali Kemal Beyin yazısının gönderildiği makamlara da ulaştırılması gereğini ek olarak arz ederim. 1. İşbu telgrafın gelişinin bildirilmesini rica ederim. Üçüncü Ordu Müfettişi ve Padişahın Fahri Yaveri M. KEMAL

 


İçişleri Bakanı Ali Kemal Bey’le Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa’nın bakanlar kurulundan istifa ettikleri ajanslardan öğrenildi. On saat kadar sonra 28 Haziran 1919 tarihli ve Şevket Turgut imzası ile aldığım şifrede: «Dikkat geciktirilmesinin sorumluluğu vardır.» Birçok dilek ve yakınmalar ile tizden bir heyetin Paris'e gitmesine dörtler meclisi izin verdi. Ne olacağımızı şimdi değil biz, hatta halen geleceğimiz ile oynayanlar bile bilmemektedir. Yalnız bir avunma noktası düşmanlarımızın hakkımızdaki düşüncelerinin az çok lehimize dönmüş gibi görünmesidir. Örneğin, geçmiş aylarda barbar ve yönetimsiz olarak nitelendirilirken şimdi de uysal fakat yardıma muhtaç bir millet olarak nitelendirilmekteyiz. Görenlerden sürekli haber alacak olan düşmanlarımızın sizi pek kolaylıkla elde edecekleri kesin görülmekle birlikte, zaten güçlükle hayat sürdürerek yaşayan bizleri de ortadan kaldırmaya yöneleceklerdir. Şu yardımcı açıklamalarımla size karşı dostluk görevlerimi ve vatan görevimi yerine getirmiş olduğum inancı ile, olay çıkarmadan hemen İstanbul'a gelmenizi rica ederim. deniliyordu. Buna cevap vermeyi bile gerekli görmedim. Sivas'ta milli kuruluşun hazırlanması ve tamamlanması, Erzurum'dan sonra Sivas'ta Osmanlı ülkesi adına genel bir kongrenin toplanması ve delegelerin çağrılması için gereken bazı önlemler alınıp düzenlemeler yapıldıktan sonra Erzurum'a gitmek üzere yıla çıktım. 2 Temmuz 1919 günü Erzincan'da Saray Başkâtipliği’nden aldığım telgrafın başlıca noktaları şunlar idi: «Daha önce ve son olarak dikkatlerine sunulmak üzere göndermiş bulunduğunuz telgraflarınız için Padişah efendimiz hazretleri, sizlere karşı yakınlık ve iyilikseverliğinizden dolayı duyduğu hayranlığa dayanarak ve özel olarak, aşağıda yazılı olan öğütlerin bildirilmesi konusunda beni görevlendirmişlerdir. Yüksek makamca bilinen vatansever duygularım nedeniyle o yörede acele olarak bazı düzenleme ve girişimlerde bulunmanız, İngilizlerin dikkatlerini çekmiş ve hükümeti baskı altına almışlardır. Devletimizin. şimdiki durumu, Anadolu'da sanıldığı ve tahmin edildiği derecede kaygı ve telâş verici değildir. Ulu Tanrı'nın yardımı ile devletin varlığı ve egemenliği elde edilebilirse, saltanat merkezince taşranın kurtarılması kolaylaşır. Şu sırada yüce zatınızın bundan yararlanarak İstanbul'a dönmeleri belki yabancıların hükümete baskılarını azaltacaktır. Bu konu hakkınızda gurur kırıcı bir işlemin uygulanması düşüncesiyle önerilmemekte olup, harbiye dairesince görevden alınmanız da yüksek makamca düşünülmediğinden Harbiye Nezareti’nden iki ay süreli hava değişimi istenilerek durum açıklığa kavuşuncaya ve barış gerçekleşinceye kadar arzu edilen bir şehir veya kasabada dinlenmenizin en uygun çözüm olduğunu hatırlamanız buyurulmuştur.» 2/3 Temmuz 1919'da Mamahatun (Tercan Kazası) da.Harbiye Nezareti’nden gelen Ferit Paşa’nın 30 Haziran 1919 tarihli şu şifresini aldım: «Vatan sevgisinin çekici gücü beni yine Harbiye Nezareti’ne getirdi. Hükümeti oldukça güç bir durumda buldum. Dış ilişkilerin korkunç durumda olması yanı sıra bir de bunu büsbütün körükleyecek bir iç bunalımın karşısında kalınca elimde olmayarak irkildim. Yüce zatınız gibi, ben de inandığım değer verme gücüme dayanarak iddia edebilirim ki, sizi benim kadar ruhunuzun en derin köşelerine kadar anlayabilmiş bir kişi yoktur. şimdiki durumda nasıl bir sebep, hükümet ile yüce şahsınız arasında bir anlaşmazlık yaratmıştır, bilemiyorum. şüphesiz ki bu durum, kötü niyetler etkisinde gerçekleri görememe durumunda olanların uydurmalarından kaynaklanmaktadır. İngilizler tarafından bazı komutanlarımıza uygulanan benzeri olmayan işlemlerin yüksek şahsınıza da uygulanması hiç de beklenilen bir durum olmamakla birlikte, her ihtimali göz önüne alarak bu işin iyi bir biçimde çözümlenmesi konusunu düşündüm. Haksızlıkları inkâr olunamayacak olan düşmanlarımızın, yüce kudretiniz ve vatanseverliğinizden duydukları korku, yüce şahsınızın böyle önemli bir askeri memuriyette bulunmalarından kaynaklanmaktadır ve bu sebeple sizi bu görevden ayırmak girişiminde bulunmuşlardır. Yenilgi devasız bir illettir. Birtakım uydurma sözlerle vatan menfaatlerinin yok olmasına sebep olacakları korkusuyla bunların arzularını önemsememek, üzülerek söylüyorum, hükümetin bir süre seçkin hizmet sunamamasına yol açacaktır. Sizlere karşı pek çok yakınlık duyan Padişah hazretleri bendenizi özel olarak kabul ederek bu işin iyi bir biçimde çözümlenmesi hususunda görüşme nezaketini gösterdiler. Sağlığınızdan bahsederek, gerek İstanbul'da ve gerekse arzu ettiğiniz herhangi bir yerde hava değişimi istediğiniz takdirde gereğinin yapılacağı, millet önünde ve hükümette, sahip . olduğumuz yeri korumuş ve düşmanlarımızın arzularına da bu şekilde son verilmiş olacağı düşüncesi yüce padişahça uygun görülmüş ve hatta kendileri bu durumun şerefli saraylarından da ayrıca sizlere yazılmasını emretmiş ve ferman buyurmuşlardır. Yüksek şahsınızın da kabul edeceği gibi, her arzunuzu elimden geldiği kadar yerine getirmeye çalışacak olan bendeniz işbu dileğimi hem resmi hem de özel olarak yapıyorum. Bu özel durumumdan dolayı şunu da söylemek istiyorum ki, acele olarak vereceğiniz olumlu cevap, yalnız hakkımdaki güven ve samimiyetinize delil değil, aynı zamanda bakanlık makamında ümit ettiğim başarıya da bir başlangıç olacaktır. Ellerinizden öperim. Padişah hazretlerine, hareket şeklim hakkında Harbiye Nezareti’ne yazdığımı arzettim. Ferit Paşa’ya da durumun gelişimi ile ilgili açıklamalarda bulunduktan sonra hava değişimi amacı ile Anadolu'da kalmakta bir engel görmediğimi yazdım. Harbiye Nazırı Ferit Paşa’nın Erzurum'da aldığım bir telgrafında: «İstanbul'a hareketlerinin çabuklaştırılmasını rica ederim» denilmekte idi. Telgraf başında da Ferit Paşa şunları söyledi: «Paşam! itilâf temsilcilerinin pek katı başvuruları beni bu günkü telgrafımı yazmağa zorladı. Yüksek şahsınızı benim kadar kimse tanıyamaz. Vatanımızın onuru ile ilgili yüksek amaçlarınızı bilmekteyim. Bendeniz İstanbul'a onur vereceğiniz konusunda hem padişah efendimize hem de temsilcilere söz verdim. Mahçup olmayacağıma eminim. İtilâf temsilcilerinin de burayı onurlandırdığınızda size karşı saygı göstereceklerini bildirmek isterim. Bu konuda kesinlik sağlanmıştır. (Gülmeler) Ancak ve ancak yüksek şahsınızın hemen oradan ayrılarak buraya gelmeniz gereklidir. (Beklesinler, sesleri ve gülmeler) Ferit Paşaya verdiğim cevapta şunları söyledim: 1. Bendenizin vatan ve milletin kurtuluşuna hizmet etmekten başka bir amaç taşımadığımı ve şimdi bile devletin sınırları içindeki çalışma ve hareketimin bu konuya yönelmiş olduğunu, itilâf devletleri temsilcilerinin şahsımdan bu derece kuruntulu bulunmalarının birtakım dedikodulardan kaynaklandığını ve bunların, bendenizi bütün duygu ve düşünlerimle tanıyan Padişahın yüce buyrukları ile hükümet emrinde çalışacağıma inanmış bulunan yüksek şahsınız tarafından verilecek açıklama ve güvence ile düzeltilebileceğine ve giderilebileceğine eminim, 1. Dört gün önce Padişah makamına göndermiş olduğum ve itilâf temsilcilerince de itiraz edilindiği anlaşılan yazımın cevabı alınıp incelenmeden İstanbul'a geleceğim konusunda söz verilmemeli idi. 1. Hiçbir uygun sebep buIunmadan İzmir'in ve Antalya'nın, hükümetimizin bilgileri dışında düşman tarafından işgali ve silâhsız, çaresiz halkın Rum eşkiyasına doğratılması ve sonuç olarak iffet ve namusun ayaklar altına alınması ve şu anda da Aydın ilinin her tarafından bu uygunsuz durumun sürdürülmesi ve tekrarı bir süre önce bu bölgeden Nurettin Paşa’nın alınması ile ortaya çıkan bir komuta boşluğunun doğurduğu vahim sonuç değil midir? Bu yöre için de böyle kanlı bir sonuç hazırlanmış ve buna engel görülen komuta heyetlerinin değiştirilmesi gerekliliği hissedilmiş ise, temsilcilerin vatanı yok etmeye yönelik istekleri karşısında hükümet ileri gelenleri için ikinci bir hainliğe neden olmak yerine millet arasına kişi olarak karışmaları vatanperverliğin örnek bir davranışı olur. (Alkışlar) Doğudan Şevki ve İhsan paşaların alınması, vatanımızın batısındaki bir bölümün acımasızca işgali programının yürürlüğe konmasını önleyebildi mi? Ferit Paşa’nın verdiği cevap şudur: «Yüksek açıklamalarınız doğrudur. Ancak bir milli hareketin olacağına inanan İngilizleri, yüksek kudretiniz ve vatanı korumak çalışmalarınız endişelendirmiş ve düşmanlarımız tarafından her gün çeşitli nedenlerle yaratılan dedikodu, bu endişeyi artırmış olacak ki bu gün yüce şahsınızın ordunun başından alınıp İstanbul'a getirilmenizi Bab-ı âli'den istemişlerdir. Bu istekleri tehdit eder bir biçimde söylemişlerdir. Dört gün önceki duruma göre Padişah hazretlerinin yüksek onaylarına sunulan öneri bendenizden gelmiş idi. Fakat bu günkü durum böyle ani ve ivedi bir daveti gerektiriyor. Bab-ı âli'de makine başında geç zamana kadar sizi rahatsız etme nedenim, sizin de bildiğiniz gibi, bir zorunluluktan ve vatan menfaatinin gerekliliğinden doğmaktadır. Aynı zamanda İngilizler tarafından size hakkınız olan saygının gösterileceği konusunda Dışişleri Bakanı vekili tarafından söz alınmıştır. Bendeniz, ilk telgrafta da ima ettiğim gibi, Paris konferansı kararlarına boyun eğmekten başka yapılacak bir şey görememekteyim. Şimdilik iyi geçinme durumunu seçmek uygun gibi görülüyor. işte bu nedene dayanarak en kısa zamanda İstanbul'a hareket etmeniz beklenmektedir. Sizinle yapacağımız görüşmeler tabii ki bizi de aydınlatacaktır. Temsilcilere, emirleri gereğini duyurmak üzere, hareket kararınızın zamanının en kısa zamanda belirlenmesini rica ederek beklemekteyim.» Verdiğim cevapta şu maddeler vardı: 1. Dün sizlerden aldığım telgrafta Paris Konferansı kararlarına boyun eğmekten başka yapılacak bir şey görülemediği söylenmektedir. Bu kararlar nelerdir? Ajansların en son duyurusu milli bağımsızlığımızı ve geleceğimizi pek ümitsiz bir durumda gösteriyor. Meselâ Paris Konferansı Trakya, Pontus, İzmir, Kilikya konularını devletin aleyhine olarak belirlemiş ve doğu illerinde Ermenistan egemenliğini kabul ederek onaylamış ise bu kararlara boyun eğmek için yetki ve sorumluluk alan ve değerlendirenler kimlerdir? Sadrazan Paşa hazretleri vatan ve milletin gelecek haklarını yok eden bu feci durumları ortadan kaldırmak ve değişirmek için ne gibi olumlu maddi güvence ve ümitle dönüyorlar. 1. Padişahlık makamının, bütün devlet ve millet gerekçeleri ve hilâfet hakları üzerindeki oyunlar konusunda samimi bir şekilde ve uygun bir dille aydınlatılmaları ve görevlerinden dolayı sorumlu olmayan yüce Padişah hazretlerinin güç ve buyruklarını daima gerçek dini dileklere ve devlete yöneltmek gerekli bulunmaktadır. İstanbul'daki bazı kişiler ve özellikle bir iki ay bile iktidarda kalamayan değişken kabineler, kendilerinde oluşan görüş bozukluğu, vicdansızlık, milletin genel tutumuna ters düşen ve meşru olmayan düşüncelerle bakanlık yönetmek ve yetki kullanmak gibi tarihin en feci sorumluluklarından kesin olarak uzak kalmalıdırlar. 1. Bendenize gelince; Çok yanlış ve hatalı anlayış içinde bulunulduğunu görüyorum. Bu gün vatanımızda bir millet kudreti varsa, bu akım, felâketler sonucu uyanan milletin kalp ve düşünce gücünden doğmuştur. Bendeniz de ancak buna uyuyorum. Benim buradan çekilmem ile ilgili düzenlemeler çok hatalı ve özellikle çok tehlikelidir. Bendenizin korunması hakkında Dışişleri Bakan vekili beyefendi tarafından İngilizler'den güvence alındığı söylenmektedir. Buna çok hayret ettim. Çünkü devletler ve milletler adına ve şerefine resmi bir şekilde imzaladıkları ateşkes hükümlerini korumaya bile asla uymayarak alabildiğine saldırılarda bulunan ve pek çok onur kırıcı durumlara neden olan İngilizlerin bu güvencesine inanmak pek saflık olur. Yalnız tam anlamı ile inanılmasını isterim ki, eğer memleketin kurtuluş ve esenliği benim çekilmeme bağlı olsaydı, kayıtsız şartsız ve geleceğim hakkında hiç bir ümit ve amaç beslemeyi aklıma getirmeden, benliğimi kurban etmek kadar vicdani ve basit bir şey olamazdı. (Alkışlar) Şunu eklemek isterim ki, aradaki büyük fark, gerçek durumun henüz karşı tarafça anlşılamamış olmasındandır. 1. Seçildiği açıklanan iyi geçinme yolunu çok üzücü buluyorum. Çünkü iyi geçinme, bir insanın zayıf noktasını hoş görmek ve onun devam etmesini sağlamak değildir. Üzücü olmakla birlikte, ateşkes antlaşmasının imzalanmasından bu güne kadar, hükümetlerin birbirine benzeyen yetersiz ve zayıf durumlar göstermesi ve milli kuvvetleri desteklenebilir bir kuvvet olarak kabul etmemesi, itilâf devletlerinin ülkemizi istilâ etmesine engel olamamış, tam tersine amaçlarını kolaylaştırmıştır. General Allenbi ile halen Padişah hazretlerinin başmabeyincisi olan eski Harbiye Nazırı Yaver Paşa’nın bizzat yaptığı konuşmaya ve adı geçen kişinin karşı karşıya bırakıldığı içler acısı duruma ve ayrıca bir yabancı general ile eski Harbiye Nazırı Abdullah Paşa’nın görüşmelerinde generalin kullandığı bağımsızlığı hiçe sayan sözlerine bu arada dikkatinizi çekmek isterim. Şimdiye kadar bundan önceki kabineler tarafından izlenen bu iyi niyet yolu nedeniyle Anadolu'nun batı kesimi ve saltanat başkentinden, Hilâfet makamındaki şerefli Hükümdarımızın saraylarına kadar her yer korkunç bir Sekilde işgal edilmiştir. Ayrıca milli kuvvetler saptanarak yok edilmeye ve Doğu Anadolu için de aynı ilginç işlemler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu nedenle yüce şahsınızın ve içinde bulundukları bakanlar kurulunun böyle girişimlere yardımcı olmama vatanseverliği göstermeniz arzu edilir. Buna şunu da eklemek isterim. Görüş ve düşüncelerimin gerçekleşeceği konusundaki inancım tamdır. Çünkü bu görüş ve düşünce, her yöredeki bilgi ve milli onur sahibi kişilerin ortak ve genel görüşüdür ve özellikle milli vicdanın izlenimlerine dayanmaktadır. Anadolu'daki büyük komutan makamlarının bir süreden beri sarsılması ve o boşlukların yerine ancak yetersiz ve bilgisizlerin doldurulması gibi, Batı Anadolu'yu boğazlanmışcasına elinden kaptıran, onurlu kişilerin yerine geçenlerin izledikleri politikaya bir kez daha dikkatinizi çekerim. 1. Ali ihsan Paşa ile Nurettin Paşa ve onun yerine getirilen Ali Nadir Paşa olaylarına milli tarih açıklık getirecektir. Bu gün yüce şahsınızın sahip bulundukları makam, vatan ve milletin kurtuluşunu sağlayacak bir güç olamadığına göre yeni iş başına gelenlerin açtıkları yaraları bu kez de vatan ve milletin doğu kısmına yaymalarına yüce şahsınız gibi varlığı ancak onurlu bir yaşam olması gereken değerli ve tecrübeli bir kişinin baş eğmesine hiç te gerekli ve zorunlu bir neden yoktur. Bağımsızlığını kaybeden makamınızdan ayrılarak tarihin açık olan korkusuz sayfalarında övünülecek bir şekilde yaşamanız sanırım bütün dürüst ve onurlu kişiler tarafından beklenmektedir. (Bravo sesleri) Ferit Paşa’ya en son verdiğim cevap şudur: Harbiye Nazırı Ferit Paşa Hazretlerine Erzurum, 6 Temmuz 1919 Ermenistan'a bağlanmalarına söz verilmiş olduğunu öğrenmekle heyecana gelen ve coşan doğu illeri halkının arasından ayrılıp İstanbul'a gelmem konusundaki önerinizi yerine getirmek konusunda kişisel irademi kullanmaya manen ve maddeten imkân bulamıyorum. Durumun değerlendirilmesini, bilinen mertliğiniz ve samimiyetinize gü venerek arz ederim, efendim. Üçüncü Ordu Müfettişi ve Padişahın Fahri Yaveri M. KEMAL

 


Bunun ardından Sarayın yüce başkâtipliği eliyle aldığım telgrafta «Sizlerce gerçekleştirilen ulu girişimler her nasılsa İngilizlerce, vatan korunması şeklinde değil, başka bir şekilde kabul edilmektedir. İngilizler yüce şahsınıza karşı gurur kırıcı hiçbir davranışta bulunmayacakları konusunda kesinlikle söz verdiler » denilmekte idi. Buna cevap beklemeden şu telgrafı gönderdiler: «Yüksek memuriyetinize görülen lüzum üzerine son vermiş olduğundan hemen gecikmeden İstanbul'a dönmeniz Padişah hazretlerinin emirleri gereğidir.» Padişah Başkâtibi Ali FUAT

 

Son cevabım şu oldu: 7 Temnıuz 1919 Erzurum Padişah hazretlerinin devletli mabeyni yüce başkâtipliği eliyle Padişah hazretlerinin yüce katına. şimdiye kadar gerek padişahlık yüce makamına ve gerek Harbiye Nazareti’ne yazdığımı yazılarda vatan ve milletin ve yüce hilafet makamının karşılaştığı üzücü olayları ve buna karşı ortaya çıkan tepkileri ve milli durumu bütün safhaları ve açığı ile ile arz ettim. Böyle davranmakla kutsal varlığımın bana yüklediği en yüksek ve en vicdani görevlerden birini yapmış oldum. Bendenizin çalışına ve faaliyetlerinin İngilizlerce vatan savunması olarak değil, başka bir şekilde yorumlanması nedeniyle yüce hükümetlerinin ağır baskı altında tutulduğu yazılıyor ve bildiriliyor. Yüce Hükümetiniz ve yüce Saltanat başkentinizin ne gibi baskı ve üzücü şartlar altında bulunduğu gerek benim tarafımdan ve gerekse bütün asil milletimizce tam anlamıyla ve her yönüyle bilinmekte olup bu baskı ve denetimin giderek daha da artması durumunda özellikle büyük sadaketle ve aşırı derecede bağlı bulunduğum müşfik ve yüce amaçlar taşıyan yüreğinizin sıkıntıya düşmesine hiçbir şekilde razı olamayacağım için, yalnız memuriyetime değil, bütün şan ve şerefini, vatan ve milletimin ve kutsal yüce makamınızın feyiz ve asalet nurundan alan ve pek çok sevdiğim kutsal askerlik yaşamıma da veda ederek özveride bulunduğumu arz etmek isterim. (Alkışlar) Yüce saltanat ve hilâfet makamınızın ve asil milletimizin sonuna kadar daima koruyucusu ve sadık bir kulu olarak kalacağımı içten gelen duygularımla arz ve temin ederim. Yüksek askerlik mesleğinden istifa ettiğimi Harbiye Nezareti’ne bildirdim. Onurlu padişaha sıhhat ve esenlikler diler ve her türlü kötülükten korumasını Cenabı Hak'tan dilerim. Yüce bilgilerinize sunarım. Kulları Mustafa KEMAL

 


Birinci dönem ile ilgili olan açıklamalarım burada bitmiştir. Arkadaşlar, sizleri fazla yormamak için ufak bir aradan sonra devam etmek istiyorum. MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) - Efendiler! Hepinizin bildiği gibi, 10 Temmuz 1919 tarihinde Erzurum'da Doğu Anadolu illerini kapsayan bir. milli kongre toplandı. Bu milli kongrenin koyduğu şartlar, sanırım bilinmektedir.. Fakat şimdiye kadar yaptıklarımıza bir başlangıç sayıldığı için sizlere hatırlatmak üzere önemli noktaları yeniden okuyacağım. Erzurum kongresinin koyduğu şartlardan birincisi; I. Dünya Savaşının genel durumu gereğince, düşmüş olduğumuz yenilgi nedeniyle vatanımızın birçok önemli bölümü düşmanlarımızın istilâsı altına girmişti.. Millet, bütün isteklerinde maddi ve gerçekçi düşünmek ve ancak kuvvet ve gücüyle sağlayacağı durumlarda kendine yeni bir sınır çizmek üzere idi. İşte kongre bu sınırı çizmiştir. Bu milli sınırın dostlukla korunması için demiştir ki: Ateşkes antlaşmasının imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihinde çizilen hudut, sınırımız olacaktır. Vatanımızın sınırı olacak bu hududu, sanırım, ayrıntılarıyla bilmeyen arkadaşlarımız vardır. Yeniden fazla ayrıntıya girmek istemediğim için. şu şekilde açıklayacağım. Doğu sınırını Kars, Ardahan ve Artvin'i içine alacak şekilde göz önüne getiriniz. Batı sınırı, bildiğiniz gibi, Edirne'den geçiyor. En büyük değişiklik güney sınırımızda olmuştur. Güney sınırımız İskenderun'un güneyinden başlar, Halep'le Kadıma arasında Cerablus köprüsünde sona eren bir hat ve doğu kısmı da Musul ili Süleymaniye ve Kerkük dolayı ve bu iki bölgeyi birbirinden ayıran hat. Efendiler! Bu sınır sadece askeri gerekçelerle çizilmiş bir sınır değildir, milli sınırdır. Milli sınır, olmak üzere tespit edilmiştir. Fakat bu sınır içinde islâm ögesine sahip yalnız bir milletin olduğu düşünülmesin. Bu sınır içinde Türk vardır, Çerkez vardır ve diğer islâm öğeleri vardır. işte bu sınır karışık bir halde yaşayan, bütün amacını tam anlamı ile birleştirmiş olan kardeş unsurların milli sınırıdır. (Hepsi islâmdır, kardeştir sesleri) Bu sınır olayını kararlaştıran maddenin içerisinde büyük bir ana öğe vardır. Fazla olarak da bu vatan hududu içinde yaşayan islâm unsurlarının her birinin kendine özgü olan yörelerine, geleneklerine, ırkına özel olan ayrıcalıkları bütün samimiyeti ile ve karşılıklı olarak kabul etmiş ve onaylanmıştı. Doğal olarak bununla ilgili ayrıntılı bilgiler yoktur. Çünkü bu ayrıntılı bilgilere girmenin zamanı değildir. İnşallah, varlığımız kurtarıldıktan sonra (inşallah sesleri) kesin şeklini alacağından şimdilik ayrıntıya girilmemiştir. Fakat aslında bu, maddenin kapsamındadır. Yine Erzurum Kongresi’nin milli esaslarından birisi, efendiler, işte bu milli sınır içindeki yönetimin milli egemenlik esaslanna dayanmasıdır. Çünkü bizzat bulunmuş olmam dolayısıyla kongrenin o zamanki anlayışını yakından bilmekteyim. Her halde Osmanlı topluluğunun bütünlüğü, milli bağımsızlığın kazanılması, her şeyden önce yüce Saltanat makamının dokunulmazlığı, mutlaka güvenilir bir kuvvete ve sağlam bir yönetime bağlı olarak gerçekleşebilir. Bu ise ancak milli egemenlik esasına dayanan yönetim ve kuvvetle sağlanabilir. Erzurum kongresinde milli sınırlarımız içinde yaşayan müslüman olmayan unsurlar bile gözönüne alınmıştır. Hepimizce bilinmektedir. Efendiler, Müslüman olmayan unsurlar, azınlıklar adı altında bütün dünyanın üzerinde durduğu ve özellikle bizim ülkemizle ilgili olunca pek büyük önemle göz önüne alınan bir sorundur. Doğal olarak bu olaya bir kural koymak gerekir ve bu o zaman da gerekli idi, Kongrenin koyduğu kural gereğince müslüman olmayanlara, müslüman olanlara verilmiş olan haklar aynen verilecektir. Bundan daha normal bir kural bulunamaz. Bununla aynı sınır içinde yaşayan insanlara aynı kanuni haklar verilmiş oluyordu. Yine en önemli kurallardan birisi, devletin, milletin iç ve dış bağımsızlığı idi. Millet bağımsızlığından vazgeçmiyor ve vazgeçmeyecek esas kabul edilmiştir. Ancak, bu ana şart daima saklı ve saygıdeğer tutulmak üzere, ülkemizin bayındırlık durumunu, milletimizin varlığını ve genel olarak düşünce düzeyimizi göz önünde tutacak olursak, bütün dünyadaki gelişme ile bunu karşılaştırdığımızda itiraf etmek zorundayız ki, biraz değil, çok geri durumdayız. Bu nedenle duruınu değiştirmek için çok büyük kaynaklara, çok çeşitli araca, kısacası her şeye ihtiyacımız vardır. Milletimizin ilerleme ve yükselmesi için ve ülkenin bayındırlığı için, ihtiyaç duyduğumuz her şeyi dışarıdan almak konusunda doğal olarak tam bir olgunlukla hareket edeceğiz, dış ilgi ve yardımı tamamen uygun göreceğiz. Ancak arz ettiğim gibi, bağımsız kalmak görünüş ve yetkisini daima korumak şartı ile... Erzurum Kongresi’nin esas şartları bunlardan oluşuyordu. Kuruluştan ve bununla ilgili ayrıntılardan bahsetmeyeceğim. İşte, Erzurum Kongresi milletin yararı için ve halkımızla ilgili hayati konuları görüşmek için toplandığı sırada İstanbul'da iktidar mevkiinde bulunan Sadrazam Ferit Paşa kongreyi yönetenlerin tümünü suçlu ve haydut olarak kabul etmiş, derhal tutuklanarak İstanbul'a gönderilmelerini bütün resmi, mülki ve askeri makamlara bildirmiştir. Bunun da ayrıntılarını açıklamak istemiyorum. Buradan Sivas Kongresine geçeceğim. Erzurum Kongresinden sonra 4 Eylülde Sivas'ta genel bir kongre yapıldı. Erzurum Kongresi yalnız Doğu Anadolu'yu temsil etmiş oluyordu. Sivas'a Batı Anadolu' dan ve Rumeli'den de delegeler gelmiş olması nedeniyle yaralı vatanın genel kurulu olarak, Anadolu ve Rumeli'de yaşayan bütün vatandaşlarımızın görüşü desteklenmiş oluyordu. Sivas Kongresi, Erzurum Kongresinde tespit edilen şartları aynen kabul etmiş, yalnız adını yaymakla kalmamıştır. Bütün Anadolu ve Rumeli'yi içine almak üzere birlik ve milli dayanışma sağlanmıştır. Bu sırada içişleri Bakanı bulunan Adil Bey ve Harbiye Nazırı Şerif Paşa, Erzurum Kongresi sırasında olduğu gibi ve belki bundan daha da çok, yine milli egemenliğin kazanılması için, yine vatan uğruna ve milleti kurtarmak için çalışanlara karşı birtakım kararlar alıyor ve bu kararları akıl almaz bir hızla uyguluyorlardı. Tam kongre toplandığı sırada Ferit Paşa ve arkadaşı Malatya'da Elazığ Valisi Galip Beyin emir ve yönetimlerinde masum halkı aldatmak suretiyle bir kuvvet toplanmasına çalışmışlardı. Harbiye Nazırı Şefik Paşa da milletimizden ve dindaşlarımızdan kurulu bu masum askeri kuvveti desteklemek üzere emirler veriyordu. Ali Galip Bey·bu kuvvetlerle ani olarak gelerek Sivas'ı basacak, orada bulunan milli kuvvetleri birer birer bir cani gibi asacak, kesecekti. Bütün bu düzenleme, kendisinin vilâyete ve komutanlığa atanması içindi. Hareket için bir padişah emri almışlar ve bu kişinin padişah emrini cebinde taşıdığı gerçeği anlaşılmıştı. Sivas'a vardıktan sonra derhal telgraf başında İstanbul ile konuşacak ve bunun ardından padişah emrini de yayımlayacaktı. Diğer taraftan Ankara'da vali bulunan Muhittin Paşa Çorum'a gitmiş ve orada yine Harbiye Nazırı’nın kendi emrine vermiş olduğu askeri kuvvet ile hareket ederek iki taraftan Sivas'a baskın yapmayı plânlamıştı. Tesadüfen İstanbul ile bu kişiler arasında alınan ve gönderilen şifreli telgraflar elimize geçti. Bunun üzerine derhal İstanbul'a, başvurduk ve bunun gerekçesini anlamaya çalıştık. Tabii Ferit Paşa, Şerif Paşa, Adil Bey güvenilebilir kişiler değildiler. Millet adına Sivas'ta toplanmış olan kongre üyeleri yüksek hilâfet ve saltanat makamına, padişahlık makamına telgraflar gönderdiler. Bütün heyetler telgrafhaneye koşarak padişahtan haklarını istediler. MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Afyon Karahisar) - Paşa hazretleri, bir nokta var: İngiliz Amirali «Mister Nowil» in girişimlerini açıklamanız gerekli. MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) - Pek doğru! İngilizlerden bahsetmek istemediğim için bu noktayı kaydetmedim, efendim. Gerçekten İngilizler daha önce bütün Kürtleri aldatarak, onları Türkler ve diğer dindaşlarından ayırmak için düşünebildikleri her şeyi uygulamaya çalışıyorlardı. Bu uygulamada en büyük çabayı gösteren de yüzbaşı veya bir söylentiye göre binbaşı rütbesine sahip bir kişi idi ve ne yazık ki ona müslüman bir iki kişi de yardım ediyorlardı. Tam bu sırada Nowil adlı kişi Malatya'ya gelmiş ve Alip Galip Bey’le iş birliği kurmuştu ve bu kişi Sivas yönüne gönderilmesi düşünülen kuvvetin başında bulunuyordu. Yine bıraktığım noktaya dönüyorum. Durumu Padişah hazretlerine arzetmek istedik, bütün telgraf görüşmelerinin Ferit Paşa, Adil Bey ve arkadaşları tarafından kesildiğini gördük ve bizim Padişah hazretleri ile görüşmemize izin verilmedi. Önce Ferit Paşa’ya ve sonra da padişah hazretlerine başvurulduğunu arz etmiştim. Ferit Paşa’ya güvensizliğimizi ve başvurularımızda kendisine güvenmemekte olduğumuzu ve hatta durumu tümü ile açıkladıktan sonra Ferit Paşa Kabinesi’nin yerine artık her halde milletin amaçlarına uygun ve güvenine sahip bir hükümeti iktidara getirmek gereğini arzetmiş olduk. Bu arzımız Ferit Paşa’nın yolu kapaması ile padişahın bilgisine sunulamamıştır. Bundan sonra Ferit Paşa’ya dedik ki, bizi bu konuyu sunmakta serbest bırakmazsanız o zaman millet, davranışlarında kendini hür ve bağımsız saymakta haklı olacaktır. Cevap vermediler. Bağımsızlık kendiliğinden tanınmış oldu. Kongre kendini bağımsız olarak düşününce, tabii Mister Nowil'e, Ali Galip Beye ve onun aldattığı masum insanlara karşı önlemler aldı. İlk önlem, tabii aldatılmış olan dindaşlarımızı aydınlatmaktı ve bunu başarır başarmaz bütün aldatanlar, bütün o caniler yalnız kaldılar ve oradan kaçmayı başardılar. Çorum'da bulunan Muhittin Paşa da Sivas'a davet olundu, efendiler! İstanbul'da Ferit Paşa Kabinesi ile milletin, bütün mülki erkân ve ordunun bağlantısı bu suretle kesintiye uğratıldı ve bu durum tam 23 gün sürdü. 23 günlük sürede, hepinizce bilindiği gibi, milletimiz kutsal amacını gerçekleştirmek için birlik ve dayanışmasını ne dereceye kadar gösterebileceğini cesur davranışlarıyla ispat etti. Bu, millet için, hepimiz için gurur duyulacak ve övünülecek bir durumdur. Nihayet 23 gün, sonra Ferit Paşa işlediği büyük suçu, millet ve memleketin anladığını, milletin kararlı olduğunu ve kahramanlıktan geri kalınayacağını sezerek istifa etmeye mecbur oldu. Bundan sonra iktidara Ali Rıza Paşa gelmişti. Ali Rıza Paşa’nın iktidara gelmesi ve bildiğiniz gibi, istediği kabineyi oluşturması hakkında Sivas Kongresi’nin veya Sivas Kongresi’nin görevlendirdiği temsil heyetinin hiçbir ilgi ve ilişkisi olmadığı bilinmektedir. Bunun için kongre temsil heyeti ile kendiliğinden karşı karşıya gelmiş oldu. İlk bakışta Ali Rıza Paşa Kabinesi’nin bakanları Ferit Paşa Kabinesi’nden devredilmiş gibi göründü. Bu durumda güven duyma konusunda biraz kararsızlık oldu. İşte bu nedenle o zaman Ali Rıza Paşa'ya karşı bulunmak gerekliliği hissedilmiştir. Önemli olduğu için müsaadenizle aynen okuyacağım. İktidara gelen Ali Rıza Paşaya 3 Ekim 1919 günü şu telgrafla bilgilerimizi sunduk: Anlayışlı Sadrazam AIi Rıza Paşa Hazretlerine, Millet, şimdiye kadar devlet yönetimine geçenlerin, anayasaya ve milli amaçlara ters düşen ve bilinen tutumlarından üzülerek, hukuka uygunluğu sağlamak ve geleceğini güvenli ve becerikli ellerde görmek için kesin kararını vermiş ve gerekli cesaretli girişimlerde bulunmuştur. Düzgün bir kuruluşa bağlı milli kuvvetler, milletin kesin iradesinin, yüce Allah'ın emirleriyle tam anlamı ile gösterilmesini ispat etme kudretini kazanmıştır. Millet, kuvvet ve iradesini hiçbir zaman padişahlık makamına aykırı, ülke yararına aykırı ve millete ters bir biçimde kullanmak arzusunda değildir. Millet, Halife hazretlerinin kutsal şahsının güvenini kazanmış olan yüce şahsınızla yüce arkadaşlarınızı güç durumda bırakmaktan kesin olarak sakınmakta olup, tersine tam anlamı ile yardım etmeye bütün samimiyeti ile hazırdır. Ancak bakanlar kurulu içinde Ferit Paşa ile çalışmış kişilerin bulunması, yüce heyetlerinin düşünceleriyle milli isteklerin uygunluk derecesini olgunlukla anlamak zorunluluğunu doğurmuş bulunmaktadır. Millet olarak tam güvenliğe sahip olmadan atılmış olan her adım, düzelmeye başlamayı engelleyecek ve yarım çarelerle yetinilmesi, millet ile yüksek heyetiniz arasında da yanlış anlamalara neden olabileceğinden, uygun görülmemektedir. Bundan dolayı heyetimiz, kesin ve açık olarak Sadrazam makamının yüce sahibinden aşağıda belirtilen konuların yeni hükümetinizce uygun bulunup bulunmadığı ve kabul edilip edilmeyeceği konusunu büyük bir saygıyla anlamayı görevlerinden sayar. 1. Yeni hükümetin Erzurum ve Sivas kongrelerinde kararlaştırılan kuruluşa ve milletin meşru dileğine saygı göstermesi, 1. Milli Meclis toplanıp, denetim gerçek olarak başlayıncaya kadar milletin geleceği hakkında hiçbir yükümlülük altına ve resmi işlere girilmemesi, 1. Barış konferansında milletin ve memleketin geleceği kararlaştırılacağından, görevlendirilecek delegelerin bundan önceki gibi yeteneksiz kişiler değil, milletin amaçlarını tam anlamı ile bilen ve güvenilir, anlayışlı ve kudretli kişilerden seçilmesi. Bu konuda tamamen anlaşma olması durumunda milletin vicdanından doğmuş ve bütün itilâf devletlerince meşruluğu ve kudreti tanınmış olan milli kuruluşumuzun, hükümetin yardımcısı olacağı ve bu şekilde hükümetin millet ve memleketin geleceği hakkında barış konferansında meydana gelecek girişimlerinin daha güvenilir ve etkili olacağı tabiidir. Bir kez bu önemli noktalarda uygunluk sağlandığı anlaşıldıktan sonra, ileride olabilecek normal olmayan durumları gidermek için bazı ek sunuşlarda bulunmamız iznini yüce sadrazam makamına arz ederim. Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti adına; MUSTAFA KEMAL

 


İşte bu önemli noktalar üzerinde anlaştıktan sonra, arada bazı yazılar yazdık. Ali Rıza Paşa, Erzurum ve Sivas kongrelerinden bilgisi olmadığını yazdı. «Gereği yerine getirilmek üzere önce bunları bildiriniz» dediler. Hepinizin bildiği bildiriyi kendilerine ilettik. Bakanlar kurulunun bunu incelemesinden sonra bile Sadrazamın verdiği cevapta önemli noktaların Bakanlar kurulunca kabul edildiği bildiriliyor ve ondan sonra da bizim hakkımızda birtakım kısıtlayıcı isteklerde bulunuluyordu. Bu kısıtlayıcı isteklerin başlıcası, olağanüstü olaylar ve ortaya çıkan yirmi üç günlük durumun giderilmesinden sonra, Meclis-i Mebusan seçimlerine ve hükümet işlerine karışılmaması konularını kapsıyordu. Bizim verdiğimiz cevabı aynen okursam olay daha çok açıklığa kavuşacaktır. Yüce Sadaret Makamına, «4 Ekim 1919 tarihli, sadaret makamının cevap telgrafının kapsamından anlaşıldığına göre, derneğimiz temsil kurulunun yapmış olduğu sunuş ve tekliflerin tamamen uygun görüldüğü ve kabul buyurulmuş olduğu, minnet duygulan izlenmiştir. Bununla birlikte tarafımızdan taahhüt edilmesini istediğiniz noktalarla ilgili olarak aşağıda olduğu gibi açıklamalarda bulunmamıza müsaade etmenizi içtenlikle rica ederiz. Hükümetin yol gösterici davranışında kanun hükümlerine tam anlamı ile uyulması doğal olup, kurulumuzca da bunun sağlanmasını görmek tek amacımızdır. Son zamanlarda ortaya çıkan uygun olmayan durumun ve kanunsuzluğun nedeni ve etkeni Ferit Paşa Kabinesi idi. Bu konu, adı geçen kabinenin düşmesi ile, yüksek kurulunuzca kanun hükümleri içinde çalışma ve Ferit Paşa Kabinesi tarafından yapılan kanun dışı işler ve davranışlar dolayısıyla ortaya çıkan durumun kaldırılması için gereken kesin önlemlerin alınması ve gereğinin yapılması ile ortadan kalkar ve böylece olması beklenen olay ve devam edebilecek olan davranışlara sebebiyet verilmemiş olur. Kurulumuzun, bakanlar kuruluyla kanuni hükümler içinde her türlü anlaşma ve görüşmelerde bulunabilmesi için, önce hükümetin meşru ve kanuna uygun olan milli kuruluşumuza iyiniyet göstereceğini açık ve kesin bir dille söylemesi gerekmektedir. Aksi halde, kurulumuz ile hükümetimiz arasında karşılıklı güven ve samimiyet bulunup bulunmadığı kuşkusu doğacak ve sonuç olarak bu da uyumsuz davranış ve girişimlerin ortaya çıkmasına neden olacaktır. Başkent ile Anadolu'yu birbirinden ayırmaya kurulumuz ve temsilcisi bulunduğumuz millet bireyleri sebep olmamışlardır. Tam tersine, düşünülen hükümetin Paris Barış Konferansı’nda doğu illerimizi, tamamını geniş bir özerkliği olan Ermenistan olarak kabul edişi, Toroslar sınır gösterilerek iki üç ilimizin tümünün Osmanlı sınırı dışında bırakılması ve başkent ile illerimizin bazılarında ateşkes antlaşması hükümlerine aykırı birçok işgaller ve devlet ve milletin bağımsızlık gururunun kırılmasına seyirci kalınması, başkent ile Anadolu'nun birbirinden ayrı düşünmelerine neden olmuştur. Ayrıca, bu duruma milli varlığını korumak amacı ve dine dayanan azmi ile kutsal haklarını korumak için ayaklanan kongre üyelerini eşkiya çetesi gibi cezalandırmak amacı ile Elâzığ ilinde birtakım eşkıya toplayarak Sivas ve Elâzığ halkları arasında vuruşma için hazırlanma emri veren bundan önceki hükümetin meşru olmayan icraatı da neden olmuştur. Osmanlı topraklarının bir kısmının işgali tehlikesine gelince; Milli kuruluşunuzun kurulmasından bu güne kadar hiçbir işgal olmadığı gibi, tam tersine Ferit Paşa Kabinesi'nin hoşgörü ve günahının sonucu ateşkes hükümlerine aykırı olarak işgal edilen Merzifon ve Samsun gibi illerimiz boşaltılmıştır. Bundan dolayı, devletin birliğini heyetimiz değil, bundan önceki hükümetin bozduğunu söylemeye gerek görmediğimi arz ederim. Tarafımızdan hiçbir resmi daire işgal edilmemiş olup, ortada bulunmayan bir durumun düzeltilmesi gibi bir şey düşünülemez. Milli kuvvetlerimiz aleyhinde bundan önceki hükümetin yapmış olduğu yayının doğruluk derecesini araştırmak üzere gelen ve başkentte milletin güvenini taşıyan, milli kuvvetlere dayalı ve meşru olan bir hükümet bulamayan itilâf devletlerinin yollamış olduğu birtakım görevlilerle yaptığım görüşmeler de siyasi bir resmiyet taşımamaktadır. Bu görüşmelerin amacı, milletin geleceğe yönelik isteklerini milli kuruluşumuzun büyüklük ve kudretini, milli iradenin genişliği ve kesinliğini onlara yakından göstermek ve bununla milletimiz hakkında saygı ve güven sağlamakla sınırlandırılmıştır. Bunun da barış konferansında gelecek için zararlı değil, aksine çok yararlı sonuçlar sağlayacağı şüphe götürmez bir husustur. Milletvekili seçimi hakkında bundan önceki hükümetin verdiği emirler gereği hareket eden mahalli daireler henüz seçim kütüklerini bile hazırlamaya yeni başlamış olduklarından seçimlerde halkın hürriyetine saldırı ve engelleme şımdiye kadar maddeten mümkün olmadığı gibi, örneğimiz ve bir siyasi kuruluş olmadığından, siyasi ihtirastan tamamen uzak bulunacağını ve seçimlerde kesinlikle halkın anlayış ve vicdan hürriyetine karışmayacağım pek çok kere bildirileriyle açıklamış bulunmaktadır. Hükümet işlerinde olan duraklama, ancak resmi telefon görüşmelerinin arızasıdır ki, bu da milletin şefkatli babası ve şerefi olan padişahına sunuşunu ve ricalarını iletmesine engel olmuştur. Bu da padişah ve millet arasında bir engel oluşturan Ferit Paşa Kabinesi’nin uygun olmayan tutumunun zorunlu sonucudur. Şu noktayı da ciddi bir olgunluk ve önemle yüksek görüşlerinize sunmak zorundayız. Samimi açıklamalarınızda memleketimizde meşrutiyet gereğince milli egemenliğin yürürlükte bulunduğu açık ise de, feshedilmesinden itibaren Meclis-i Mebusan-ın dört ay içinde toplanması Anayasamızın açık hükümlerinden, olmasına rağmen bu güne kadar seçimlerle ilgili kütükler bile hazırlanmamıştır. Başka bir şekilde açıklanması. mümkün olmayan, dört ay içinde toplanma kanuni zorunluluğu altında bulunan Milli Meclisin şu ana kadar toplanamaması Ferit Paşa Kabinesi’nin açıktan açığa meşrutiyet idaresine bir darbesi ve Anayasaya açık bir saldırısı sayılır ve ceza kanunun özel maddesine dayanılarak bir cinayet sayılıp, sebep olanlar hakkında kanun hükümlerinin tam olarak uygulanması, milli egemenliği kabul eden ve kanun hükümlerinin uygulanmasını kendisi için bir kanuni görev sayan her meşru hükümet için ilk kutsal görev niteliğindedir. Bundan sonra ayrıntılarla ilgili bazı noktalar vardır. Efendim! Ali Rıza Paşa bu cevabımızdan sonra birkaç gün kendi isteği ile sustu. Nihayet üç gün sonra karşımıza. bizimle konuşmak üzere Harbiye Nazırı Cemal Paşa çıktı. Cemal Paşa’nın verdiği telgraf, bakanlar kurulunun milli amaçlar içinde hareket için önerilen şartların tamamını kabul ettikleri konusunu içeriyordu ve karşılıklı olarak yapılan önerilerle hükümetle hepimizin çok ciddi ve samimi bir anlaşma yapmış olduğumuz izlenimini alıyorduk. Fakat bu anlaşmanın gerçekleşmesi sözünden sonra, Cemal Paşa yeniden bazı önerilerde bulundu. Bakanlar kurulu adına önerdiği konular önemli olduğu için birer birer açıklayacağım. 1. İttihatçılıkla (İttihat ve Terakki Cemiyeti ile ilgili kimse.) ilişkili bulunmamak, ' 1. Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'na katılmasının doğru olmadığı ve sebep olanların adlarını tespit etmek için bazı yayın ların yapılması ve haklarında kovuşturma açılması ve kanuni cezalarının verilmesi, 1. Her nevi cinayet suçlularının cezadan kurtulamayacağı, 1. Seçimlerin hür bir şekilde yapılabilmesi için güvence verilmesi, bildiriliyor ve isteniyordu. Buna verdiğimiz cevap, söylediğimiz düşünceler şöyle idi; Harbiye Nazırı Cemal Paşa Hazretlerine, 9 Ekim 1919 tarihli yazınıza cevap vermeden önce temsil heyetimizin sayın bakanlar kurulu üyeleri hakkında saygı duyguları ile en iyi dileklerimi sunduğumu ve düşüncelerini birbirine söyleme ve birbirlerine düşüncelerini bildirme ile iki tarafın dürüstlük ve samimiyeti kendisine önder kabul ettiğine inandığımızı arz ederim. Çeşitli araçlarla duyurulması gerekli görülen yazınız ve açıklanan dört madde hakkında temsil heyetimizin görüşü ve düşüncesi aşağıda belirtilmiştir: Rum ve Ermenilerle İngilizler başta olmak üzere itilâf devletlerinin ve bunların suçlarına alet olan düşük Ferit Paşa Kabinesi'nin, milli birliğe ve vatan mutluluğuna yönelik her çeşit girişimi ve meşru milli faaliyeti genel olarak ittihatçılıkla suçlamayı bir meslek edinmiş oldukları hepimizce bilinmektedir. Girişimimizin ve milli kuruluşumuzun ittihatçılıkla hiçbir ilgisi olmadığı, kötü düşünen kişiler dışında gerek millet ve gerek ilişkide olan yalancılarca anlaşıldığı halde açıkladığınız kötü anlayışı tam olarak ortadan kaldırmak umuduyla Sivas Genel Kongre'sinin birinci oturumunda konuşmalara başlamadan önce bütün delegeler, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin canlandırılması için çalışmayacakları konusunda açık olarak, birer birer ant içmişler ve bu ant sureti her tarafta yayımlanmış ve ilân olunmuştur. Bundan başka, yeri geldiğinde ve özellikle yabancılarla ilişkide bulundukça bu önemli konu ile ilgili bildiride ve gerekli açıklamalarda bulunulmaktadır. Bununla birlikte, önerdiğiniz gibi bu konuda yine fırsat çıktıkça, açıklama ve yayımdan geri kalınmayacaktır. Yalnız bu konu göründüğünden başka bir biçimde ortaya çıkarsa, durumu nedeniyle özel bir önem verilmesi gerekmektedir. Bu yönüyle, sadece bakanlar kurulu üyeleri ile düşüncelerimizi karşılıklı söylememiz ve yüksek heyetinizde bu konuda hâkim olan düşünceyi öğrenmek amacı ile temsil heyetimizin buna ilişkin düşüncelerini arz etmeyi gerekli görmekteyiz. Biz müslüman olmayan halk ile itilâf hükümetlerinin siyasi durum karşısında gördüklerini, genel olarak ittihatçılıkla suçlamalarını doğru bulmuyoruz. ittihatçılar içinde kötü yönetim ve yolsuzlukları ile memleketi harabeye çevirenlerden oluşan bir küçük grup vardır ki işte millet ve bizim gözümüzde asıl suçlu olanlar bunlardır. Yoksa ittihat ve Terakki üyesi olup tarafsızlığını korumuş, kötülüğe âlet olmamış onurlu kişilerin bu şekilde zan altında bırakılmaları ve özellikle her millette olduğu gibi iyiyi güzeli gerekli şekilde ayıramamak, halkın bir kısmını zan altında tutmak doğru değildir ve bunu ülkenin güvenliği, iç düzeni ve geleceği bakımından sakıncalı bulmaktayız. Bundan dolayı, kabinenin, bu maddenin asıl amacının ne olduğunu açıklamasını önemle rica ederiz. 2. ikinci madde içeriğine gelince: Bu konu, çok yönlü düşünülmesi gereken ve çeşitli şekillerde yorumlanabilen bir husustur. Örnek olarak, kafa tutmayı bile akla getirmektedir. Sonucunda felâket ve çok üzücü olaylara neden olan ve bu gün için milletimizin memnuniyetsizliğine yol açan I. Dünya Savaşına katılmamış olmak tabii ki çok daha iyi olurdu. Fakat buna maddeten imkân yoktu. Çünkü katılmama, silâhlanmış bir tarafsızlığı, yani boğazların kapalı bulundurulmasını gerektiriyordu. Halbuki vatanımızın coğrafi konumu, İstanbul'un stratejik durumu, Rusların itilâf hükümetleri yanında yer almış olması, bizim seyirci kalmamıza kesinlikle uygun değildi. Bunun yanı sıra silâhlanmış bir tarafsızlığın devamı için paramız, silahımız, sanayiimiz, kısaca, gerekli araç ve gerecimiz de bulunmuyordu. İtilâf devletlerinin ve özellikle İngilizlerin para vermemesi bir yana, gemilerimize el koyarak milletin dişinden tırnağından artırarak biriktirdiği gemi yapımına ait yedi milyon liramızı zorla alıkoymaları, (Abdulkadir Kemali Bey: Kahrolsunlar) itilâf devletlerinin savaş ilân etmesi, bizim savaşa katılmamızdan dört ay önce her yönüyle Osmanlı hükümetinin zararına bir Ermenistan Cumhuriyeti kurulmasına karar verdiklerini ilan etmiş olmaları ve hatta Bolşeviklerin yayınladığı gizli antlaşmadan da anlaşıldığına göre, İstanbul'un Çarlık Rusyasına vadedilmiş olması, savaşa itilâf devletlerine karşı girmemizin zorunlu olduğunu gösteren açık delillerdir. Bir de İngiltere ve Fransa'nın kendisine İstanbul'u vermeyi tasarladıkları Rusya dururken, Balkan Savaşı uğursuzluğundan sonra milli varlığımız ve askeri değerimize dayanmadan, milletimizi kendilerine katılmış saysak bile, halkımızın bunu arzuladığını düşünmek doğru olamaz. Savaşa girmemizi bir hainlik olarak nitelemek ve koca, bir milleti dört beş kişinin oyuncağı durumuna düşürmek, düşüncemize göre yarar sağlamak şöyle dursun,, tam tersine düşük Ferit Paşa’nın Paris'te sakat bir düşünce ile vermiş olduğu Avrupa' dan merhamet dilenen demecine karşılık Clemenseau'nun cevabı olan hakaret dolu sözlerin, Tanrı korusun, bir kere daha duyulmasına neden olabilir. Bundan dolayı, mert bir biçimde gerçeği söylemek ve kahramanca savaşan bu koca. milletin yenik düşmesinin zorunlu sonuçlarına katlanmakla birlikte, bu olayın cinayet olarak kabul edilmemesi ve bu yüzden ceza verilmesinin düşünülmemesi kusursuz ve yararlı bir prensip olarak kabul edilebilir. (Bravo sesleri ve alkışlar) Savaşa sebep olanlar hakkındaki konuya gelince; Savaş ilanı sorumluluğu olmayan yüce padişahın yetkisi olduğuna ve o zamanki bakanlar kurulunun savaş ilânından dört ay sonra toplanan Millet Meclisi’ne yaptığı açıklamalar üzerine alkışlarla Meclisin güvenini sağladığına göre, olay Yüce Divan’ın incelemesinden geçmeden, olur olmaz şu veya bunun aleyhine suçlamalarda bulunmak doğru olmayabilir. 3. Savaş sırasındaki kötü yönetimlerin açığa çıkarılıp cezalandırılması, vatanımızda sorumluluğun büyük ve küçük her kişiye dağıtılması ve kanun uygulamalarının tarafsız ve yüce adalete uygun olarak yürütülmesini sağlamak en büyük dileğimizdir. Fakat biz bunun, birçok tartışmalara neden olan kâğıt üzerinde, reklam şeklinde yayımlanmasından çok, fiilen uygulama ile yabancı dostlarımıza gösterilmesini uygun ve yararlı görüyoruz. 4. Seçim hakkındaki görüşlerinizi bildiri ile yayımladık ve ilân ettik. Bu hususta akla gelebilecek başka sorularınız varsa, emirlerinizin bildirilmesini rica ederiz. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti adına;

 

 

(II hissə)

Makaleni beğendinizmi? Sosyal medyada takip edin!

Küfür, hakaret, rencide edici ve büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmayacaktır.

Sakura

San Francisco temelli bir firmanın tavuk tüyünden laboratuarda yetiştirdiği tavuk eti

Editörün Seçimi