Mustafa Kemal Atatürk - TBMM 1.Dönem 1.Yasama Yılı Açılış Konuşması 24 Nisan 1920 (II hissə)
MUSTAFA KEMAL
Efendim! Ali Rıza Paşa kabinesi ile aranızdaki önemli yazışmalar burada son buluyor. Fakat bu son günde kabine, heyetimiz ile yakından görüşmek ve ayrıntılar üzerinde anlaşmak için Bahriye Nazırı (Deniz İşleri Bakanı) Salih Paşa’nın bizimle konuşmasını uygun görmüştür. Amasya'da kendisi ile görüştük. Salih Paşa hazretleri ile hemen hemen üç gün üç gece devam eden konuşmamız sırasında az önce açıkladığım kongrelerin kabul ettiği prensipler ve kuruluş tüzüğünün önemli maddeleri birer birer okundu, tartışıldı ve tam anlamı ile anlaşma sağladık. Görüşmelerimizde tutanak tutuluyordu ve bu tutanak Salih Paşa hazretleri ile kongre adına kendileriyle görüşen heyet tarafından imzalanmış ve uygunluk belirtilmiştir. Bunu aynen okumayacağım. Arz ettiğim konulardan oluşmaktadır. Bildiğiniz bu maddeler için yalnız Milli Meclisin onayı gerekmektedir. Bu görüşmelerin ayrıntılarına girmeyeceğim. Yalnız Salih Paşa hazretlerinin imza koydukları tutanakta bizim prensiplerimizde yer almayan bir durum kayıtlıdır. Oraya dikkatinizi çekmek istiyorum. Efendiler, Bu konu, Milli Meclisin kurulma yeri ve toplanma sorunu idi. Genel durumumuz, İstanbul'un özel durumu görüşüldü ve tartışıldı. O fıkrayı aynen okuyacağım. Bundan sonra Sivas Kongresi’nin 4 Eylül 1919 tarihli kararlarının kuruluş kısmı ile ilgili on birinci maddede yer alan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin durumu ile ileriye yönelik şekil ve faaliyetleri konusu görüşüldü. Bu maddede, milli iradeyi egemen kılacak olan Milli Meclisin güvenlik ve bağımsızlık içinde yönetim ve denetim görevini üstlenmesinden ve bu görevin Milli Meclisce onaylanmasından sonra derneğin durumunun kongre kararı ile tespit edileceği açıkça belirtildi. Burada açıklanan kongrenin, şimdiye kadar yapılan Erzurum ve Sivas Kongreleri gibi dışarıda ayrı bir kongre sayılması gerekli değildir. Derneğin programını onaylayan Milli Meclise, dernek tüzüğünde açıkça belirtilmiş olan delegelerin de katılmasıyla yapacakları özel toplantı kongre yerine geçebilir. Milli Meclisin İstanbul'da tamamen güvenlik içinde ve bağımsız olarak görev yapabilmesi gereklidir. Bu günkü şartlara göre bunun ne dereceye kadar sağlanabileceği ayrıntılarıyla düşünüldü. İstanbul’un yabancıların işgali altında bulunması nedeniyle milletvekillerinin yasama görevlerini gerekli şekilde yapmalarına pek uygun olamayacağı görüşü ortaya çıktı. Yetmiş seferinde Fransızların Liyon'da ve daha sonra Almanların Weimar'da yaptıkları gibi barış sağlanıncaya kadar geçici olarak Milli Meclisin Anadolu'da, yüce hükümetin uygun göreceği güvenilir bir yerde toplanması uygun görüldü. Milli Meclisin toplanmasından sonra, güvenliği ve korunması konusu ortaya çıkacağından bunun tam olarak sağlanması gereği ile, dernek temsil kurul’unun kaldırılması ve kurulmuş olan kurumun çalışma hedefi, yukarıda açıklandığı gibi, kongre makamının yerine geçecek özel toplantıda kararlaştırılacaktır. Milletvekili seçimlerinin özgürce yapılalıilmesi gereği, yüce hükümetce emir buyurulmuş olduğundan seçimlerin yapılmasında dernek temsıl heyetinin en küçük bir etki veya baskısı bulunmamaktadır. Efendim, Salih Paşa Hazretleri tutanağa imza attıktan sonra bu konuda Milli Meclisin toplantısına İstanbul'dan başka bir yerde olması konusunu bazı bakanların uygun bulacaklarından emin olmadıklarını; bununla birlikte bakanlar kurulu adına buraya geldiklerini ve kabine adına bizimle görüştüklerini, onların uygun şekilde davranacaklarını umduklarını söylediler. Ancak kendilerinin vicdan, akıl ve düşünce yönünden buna inandıklarını ve bu vicdani düşüncelerini, bütün bakanlar kurulu üyelerine ve yüce padişaha anlatmaya gayret edeceklerini, eğer bunu kabul ettiremezlerse ve bu gerçek karşısında da hükümet Milli Meclisin İstanbul'da toplanmasını emrederse, bu konunun kendileri için bir onur meselesi olacağından görevlerinden ayrılmak zorunda kalacaklarını söylediler. Fakat zannederim, kendileri görevlerinden ayrılmamışlardır. Salih Paşanın tahmin ettiği gibi, kendilerinin İstanbul'a dönüşlerinden sonra bu kez de Harbiye Nazırı Cemal Paşa tarafından yine kabine adına gelen hir telgrafta olay yeniden konu oldu. Çok önemli bulduğum için telgrafı aynen okuyacağım: Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine sunulacaktır. Bahriye Nazırı Salih Paşa Hazretleri ile Amasya'da yapmış olduğunuz görüşmelerin iyi bir sonuca ulaşması Bakunlar Kurulu üyelerince memnunlukla karşılandı. Yalnız, Meclisin hilâfet ve saltanat başkentinden başka bir yerde toplanması son derecede önemli ve tehlikeli görüldüğünden bu konudaki görüşümüz aşağıda arz olunur: İlk olarak Meclis-i Mebusan’ın İstanbul'da toplanmaınası için gösterilen sebep, başkentte yabancı devletlerin kara ve deniz kuvvetlerinin bulunması nedeniyle görüşmelerin özgürce yapılmasının sağlanamayacağı ve bazı milletvekillerin oylarına bile saldırılmasının mümkün olduğu görüşüdür. (Gülmeler) - ... Bu, bizim görüşümüzdür Bununla birlikte, İtilâf devletlerinin tümü, meşrutiyet (Hükümdarla yönetilen bir ülkede hükümdarın başkanlığı altında parlamento yönetimine dayanan hükümet şekli.) ile yönetildikleri için, Milli Meclislerin her türlü saldırıdan korunmasının önemi yanı sıra, böyle bir uygulamanın medeni dünyada ne derece kötü etki yapacağı gerçeği de kendilerince bilinmektedir. Bu nedenle Meclis-i Mebusanın görüşme güvenliğinin bozulması mümkün değildir. İtilâf devletleri tarafından kendilerine karşı davranış yapılması beklenebilecek kişilerin sayılarının aslında pek az olması nedeniyle, bu kişilerin millet ve devlet güvenliği için bir özveri daha göstererek milletvekilliğinden istifa etmeleri, bu engeli de ortadan kaldırabilir. Böyle bir durumun gerçekleştirilmesini, haklı olarak cömert ve saygıdeğer kişiliğinizden beklemekteyiz. İkinci olarak, bu buhranlı ortamda devlet büyükleri ile halkımızın birbirleri ile olan ilişkiyi sürdürmeleri ve görüş birliği içinde tek bir vücut olarak, yaşamakta bulunduğumuz tehlikeli durumdan var gücümüzle vatanımızı kurtarmak için çalışmaları gerekmektedir. Meclis-i Mebusan’ın taşrada toplanması durumunda, bir kısım bakanlık ve hükümet dairelerinin de oraya taşınması gerekeceğinden, bunun güç ve imkânsız yönleri bulunmasının yanı sıra, hükümetin taşınması yolunda bir başlangıç olarak düşünülebileceğini de bildirmeyi gereksiz görüyorum. Bakanlar ile milletvekilleri birbirleriyle ilişkiyi devamlı olarak sürdürmek zorınluluğunda bulunanlarından bakanların İstanbul'da, milletvekillerinin taşrada bulunması mümkün değildir. Hatta toplantı yeri olarak İstanbul'a en yakın olan Bursa bile seçilse, ulaşım durumuna bakarak düzenli ve zamanında gidip gelmek, yazıları ve belgeleri getirip götürmek mümkün görülmemektedir. Özellikle Sadrazam Paşa Hazretleri ile içişleri ve dışişleri bakanlarının Meclis ile devamlı ilişkilerini sürdürmeleri ve İstatanbul'dan da ayrılmamaları gerektiğinden bu iki zorunlu durumun bağdaştırılması mümkün değildir. Üçüncü olarak, Meclis-i Mebusanın taşrada toplanması İstanbul'dan başka bir merkezin daha kurulması anlamını taşımasının yanı sıra, İstanbul'un geleceği henüz aydınlanmadığından, daima gözleme fırsatı bulan düşmanın ve özellikle Venizelos ve buna benzer kişilerin zararlı propagandalar yapması için de gerekçe oluşturur. İstanbul diğer devletlerin başkentleri gibi değildir. Yalnız Osmanlıların başkenti olmayıp yüz milyonlarca islâmın sevgisini belirttiği ve darda kalınca, başvurduğu yer olduğundan, her ne şekilde olursa olsun başlı başına hükümet merkezi olmak onurunu kaybetmesi durumunda asırlık Osmanlı saltanatının Avrupa'dan kaldırılarak bir Asya beyliği haline dönüştürülmesi ile kindarlara ve düşmanlara yeni bir silâh verilmiş olur. Bunu önlemek için, bütün ülke kuvvetlerinin İstanbul'da toplanması özellikle bu an için zorunlu görülmektedir. Dördüncü olarak, bazı siyasi partiler ile Müslüman olmayan unsurların seçilmesinin tarafsızca yapılamayacağı düşünülerek seçim lere girip girmemekte hâlâ kararsız durumda iken, Meclisin Anadolu'da toplanması, Meclisi Mebusanın sadece milli kuruluş mensuplarına kalacağı fikrini kuvvetlendirir. Bu nedenle, onlar seçimlere katılsalar bile milletvekillerinin bir kısmının Anadolu'ya gitmekten kaçınmaları ve İstanbul'da toplanma isteklerini bildirmeleri de akla gelebilecek bir konudur. Böylece Meclis-i Mebusan’ın ikiye ayrılarak, her ikisinin de çoğunluk sağlayamadığı duruma gelinir ve alınan kararların gerçek ve güvenilir olmaması üzücü sonucu ortaya çıkar. Genel ve özel durumumuzu devamlı olarak inceden inceye araştırma altında tutan ve Türklerin kendilerini yönetmeye ve zor zamanlarda bile anlaşma yapmaya gücü yoktur konusundaki düşünceleri için delil aramakta olan düşmanlara kullanılacak bir koz verilmiş olur. Zaten konferans önüne çıkmamız ve orada iyi bir şekilde kabul görmemiz, bütün milletin el ele, bir arada olması ve hükümetin de böyle bütünleşmiş bir topluluğa dayanmasının uygun olacağı açıklama istemeyen bir konudur. Meclisin Anadolu'da toplanacağı söylentisi şimdiden birtakım dedikoducular ve yabancılar tarafından çeşitli şekilde yorumlara yol açmıştır. Bunun çok tehlikeli sonuçlara ulaşabileceği konusuna önemle dikkatinizi çekerim. Harbiye Nazırı CEMAL
İşte efendiler, Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin Milli Meclisin İstanbul'da toplanması gerekliliğine ilişkin öne sürdüğü gerekçe ve düşünceler bunlardır. İşte bu görüş, şahıslarına bile saldırı yapıldığı fikridir ve bizim bütün bu düşüncelere karşı cevap olarak bildirdiğimiz görüşler de şunlardır: Bu gün, yüce saltanat başkentinde Milli Meclisin toplanması fikrini uygun görmeyenler, genellikle birbirine benzer düşünceler ortaya koymuşlardır. Bizim bunlara 29 Ekim 1919 tarihinde verdiğimiz cevap şöyledir: Sivas 29 Ekim 1919
Harbiye Nazırı Cemal Paşa Hazretlerine,
- 27 ve 28 Ekim 1919 tarihli ve (300, 301) numaralı şifrelere. Bu gün yüce saltanat başkenti ve islâm dininin hilâfet merkezi olan İstanbul, düşman donanmasının topları ve kuvvetlerinin işgali altında, düşman polis ve jandarmasının sorumluluğunda ve eli altında bulunuyor. Basın, itilâf devletleri tarafından denetim altında, kişisel hukuk ve sosyal durumumuz bunların baskısı altında, sayın kabine üyelerine varıncaya kadar giren ve çıkan herkes yabancılar tarafından inceleme ve denetim altında bulunmaktadır. Tam anlamı ile saltanat başkenti ve hilâfetimiz kuşatma altında olup bağımsızlığımız burada manen ve fiilen yürürlükte değildir. Buna, bir de Rum ve Ermenilerin hükümeti tanımamalarını ve itilâf devletlerine dayanarak bir çeşit ayaklanma durumunda bulunmalarını ve birtakım bozguncu kuruluşların yaptıklarını da eklersek, başkentimizin içinde bulunduğu üzücü ve korkunç durumu tam anlamı ile açıklamış oluruz. Bundan dolayı, bütün bu haksız uygulamalar ve bunların ayrıntıları ile bildirilmesi ve açıklanması sonucunda Avrupa'dan, kamu oyundan, hak ve adalet isteyecek ve kazanılmasını sağlayacak olan Milli Meclisin İstanbul'da görev yapmasına bizce imkân bulunmamaktadır. İtilâf devletlerinin meşrutiyet ile yönetilen birer hükümet olduğu bundan dolayı Milli Meclisimiz, zararına girişimlerde bulunmayaca,kları konusundaki görüşünüzü bir iyiniyet örneği olarak düşünmek zorundayız. (Alkışlar) Ancak Avrupa devletleri, milletimizi meşrutiyeti ve hürriyeti sağlayabilmiş olgun bir millet olarak kabul etmiş ve düşünmüş bulunsalardı, bu görüş doğru olabilirdi. Aslında durum, tamamen bir iyiniyetin tersine gerçekleşmiş ve gerçekleşmektedir. İmzalamış oldukları ateşkes antlaşması hükümlerine aykırı tutumları ve hükümetin yargı hakkına saldırıları, bizi insan olarak düşünmediklerine ve verdikleri söze uymamayı, bize karşı dürüst olmayan bir davranış olarak kabul etmediklerine bir delildir. Birkaç kişinin şahıslarına karşı olabileceği düşünülen işlemlerin nedeni, bu kişilerin Devlet ve milletin ve saltanat makamı ile hilâfetin bağımsızlığı ve bütünlüğü uğrundaki uğraşı ve çalışmaları ise, bunlardan başka aynı ruh ve düşüncede bulunan diğer kişilerin de saldırı hedefi olmayacağını kestirmek ve güven vermek kesinlikle mümkün olamaz. Bundan dolayı bu durum bütün Milli Meclise karşı da gerçekleşebilir. Aslında yukarıda ayrıntılarıyla anlattığımız gibi, İstanbul işgal altındadır ve tehlike fiilen mevcuttur. Milli Meclisin ise kesinlikle güvenlik içinde bulunması önşarttır va önemlidir. Bu nedenle taşrada tam güvenlik içinde bulunan bir yerde toplanılması kesin olarak zorunlu görülmektedir. Meclisin tolanması ve barışa kadar geçici olarak taşrada toplantılarını sürdürmesi durumunda, açıkladığınız gibi bakanların bazılarının ara sıra veya sürekli olarak İstanbul'dan ayrılmaları gerekmez. Bazı bakanların gidip gelmeleri veya yetkili bırakmaları kesinlikle hükümet merkezinin taşınması anlamına gelmez. Bundan başka, Milli Meclisin taşrada toplanması kesin bir zorunluluğa dayandığından, İstanbul'dan başka bir merkez daha kurulması anlamına da gelmemesi gerekir. özellikle geleceği şüpheli olan İstanbul yerine geleceği bilinen ve güvenliği tam olan bir yerden kurtarma çalışmalarının yapılması amaca daha uygur olur. Venizelos'un Atina'yı emin bulmadığı için bakanlar kurulunu bile Selânik'te oluşturması ve kurması sonucu Yunan başkentini tehlikede bırakmak yerine kurtardığı, bazı olaylarla ispatlanmıştır. Ferit Paşa’nın Sadrazam ve Dışişleri Bakanı iken Avrupa'da aylarca kalması hükümet tarafından sakıncalı görülmediğine göre, bu derecede önemli biı durumda hükümet üyelerinin gerektiğinde Milli Meclisin bulunacağı yere gelip gitmelerinde hiçbir engel olmayacağı açıktır. Bu toplantının İstanbul dışında olmasından dolayı, Venizelos ve buna benzer düşmanların propagandada bulunacakları pek tabii görülmektedir. Çünkü bu toplantının kendi zararlarına olacağını şimdiden kestirmekte oldukları şüphesizdir. Salih Paşa hazretleri ile bu konuda görüşeli iki gün olduğu halde, haberin memleket içinde anlaşılmasından önce yabancı yerlere ulaşmış olduğu anlaşılıyor. Aynı görüşten hareket ederek, bunun da pek tabii olduğu söylenilebilir. Her halde yabancıların, milletimizin düşüncelerini anlamak konusunda, inceden inceye araştırma yapmakta oldukları kesindir. Meşruiyetini ve hukukunu anlamış olan hiçbir milletin, düşman içinde, düşman baskısı altında kendi hukukunu korumak üzere toplanmak isteyeceğini kabul etmek doğru olamaz. Bu gün İstanbul'da toplanmayı istemek bütün ülke kuvvetlerini burada bir araya getirmek, bu kuvvetleri kıpırdayamaz hale sokmak, sonuçta intiharı amaçlamak demektir. Bundan başka, Milli Meclisin bu durum altında başkentte toplanması, milletin İstanbul'un işgal altında bulunmasını ve bunu gerçekleştirmiş olanların haksızlıklarını aynen kabul etmesi demektir. Bununla birlikte, Anadolu'da toplanması aynı zamanda başkentin üzücü durumunun dünyaya karşı açıkça ve eyleme dönüştürülerek kınanması yararını sağlar. Yüce Halifenin İstanbul'da bulunmaları göz önüne alınsa Meclisin taşrada bulunması nedeniyle hilâfet makamı için islam dünyasının gözünde bir değişiklik ve ters tepki olamaz. Çünkü Milli Meclis milletimizi temsil eden kuruluştur. Hatta açılış için yüce padişahın bir vekil yollamaları da mümkündür. Hem bu şekilde islâm dünyası Milli Meclisin hilâfet merkezinde toplanmaya cesaret bulama dığını görerek bu kutsal makamın düşman tehlikesi altında bulunduğunu hissedecektir ki, bunun yararı açıktır. Müslüman olmayan unsurlara gelince, bunlar daha Tevfik Paşa kabinesi zamanında seçimlere katılmayacaklarını ilân etmişlerdi. Bunların katılmamaları kendi zararlarından başka bir sonuç doğurmaz. İnşallah, vatan ve millet bağımsızlığını kazanınca ister istemez aynı , haklara sahip Osmanlı vatandaşı olarak oturmaya mecburdurlar. Siyasi partilerimizden bazılarının Anadolu'yu istememeleri tabii olarak milli kuvvetlerin etkisi altında kalmak korkusundan olacaktır. Halbuki milletin asıl büyük çoğunluğunu temsil eden milliyetçi milletvekilleri de İngilizlerin etki ve baskısı tehlikesi nedeniyle İstanbul'u istemeyeceklerdir. İstanbul'un çıkaracağı belirli sayıdaki milletvekillerinin önemli bir kısmı, hiç şüphesiz milletle beraber olacağına göre taşraya geleceklerdir. Hatta hiç gelmeyeceğini düşünsek ve meclisin ikiye ayrıldığını kabul etsek bile oy çoğunluğunun İstanbul'a mı, yoksa taşraya mı ait bulunacağını tabii şimdiden kestirmek mümkündür. Aslında bu gibi şüphe ve kararsızlığa düşecek milletvekillerinin vatan ve millet uğruna istifa ederek özveri gösterecekleri umulmalı ve beklenmelidir. Aydın kesiminde seçimlerle ile ilgili olarak yapıldığı bildirilen yakınmalar Yunan işgali altındaki yörelerde yapılıyor ise, bunun Rumlar tarafından düzenlendiğinden hiç kuşkumuz yoktur ve bu, çok doğal görülmektedir. Haksız işgal olunan bu sevgili ilimizin Milli Meclise milletvekili gönderebilmesi özel dileğimizdir. Böylece, millet fiilen işgali tanımadığını ve bu zengin topraklardan ayrılmaya asla razı olmadığını dünyaya ispat etmiş olacaktır. Buna hükümetin de resmen destek olması İzmir, Adana, Musul illeri ile Maraş, Antep, Urfa sancaklarına resmen seçim için kesin emirler vermesini siyasi durunun gereği olarak görüyoruz. Kurulumuzun verdiği sözü tutan kişilerden oluştuğuna güven duymanızı özellikle rica ederiz. Daha anlaşma yapıldığı gün, bunu bütün benliğimiz ile destekleyeceğimizi ve yardım edeceğimizi arz ederek söz vermiş, durumu bütün milletimize bildirmiştik. Aradan yirmi beş gün geçti. Bu süre sırasında bütün çalışma ve davranışlarımızla hükümet görevlerini kolaylaştırmaya, hükümet kuvvetlerini yüceltmeye çalışıyoruz. Buna karşılık kabinenin hâlâ özel tasarımızdan kuşku duyması ve uygulamalar için adım atmamış bulunması, üzüntülerimize sebep olmaktadır. Milli kuruluşumuzun amacının kanunlara uygunluğunu kabul ederek, gereğine uyularak yönetilmesini üstlenen hükümetin, kuruluşumuzu lağvedeceğini ve tüzüğünde açıkça belirtilen temsil heyetimizin şimdiki çalışma düzeninin değiştirilmesini isteyeceğini tabii ki aklımızdan geçirmiyoruz. Bu durumda nasıl direnme ve yardım istenebilir? Bu kanunun açıklığa kavuşturulmasını rica ederiz. Tam tersine, Temsil Heyeti, Ferit Paşa Kabinesi’nin yapmış olduğu haksızlıkların düzeltilmesi konusunun halâ ele alınmadığını görmekle üzgün bulunmaktadır. Milli Meclis konusunda Temsil Heyetimizin görüşünü yukarıda belirtmiş bulunuyoruz. Bununla birlikte, tutumumuzu milletin kamu oyu üzerine dayandırmak bizlerce genel kural olduğundan; bütün il merkezleri heyetlerinin bu konudaki görüşü de ayrıca sorulmuştur. Sonuca göre davranacağımız tabiidir, efendim. Temsil Heyeti adına MUSTAFA KEMAL
Bizim bütün bu düşüncelere karşı cevap olarak bildirdiğinin görüşler şunlardır: Bu gün yüce saltanat başkenti ve Milli Meclisin İstanbul'da toplanması fikrini kabul etmeyenler de hemen hemen genellikle aynı noktaya dayanarak düşüncelerini bildirmişlerdir. Bundan sonra Rıza Paşa kabinesi görüşünde ısrar etti. Bu düşünce o zaman yalnız bizim heyetimizin görüşü idi. Bu konu, kesin olarak kabul edilmiş bir karar şeklinde değildi. Onun için çeşitli araçlarla bütün milletin düşünce ve eğilimini anlamaya çalışıyordum. Burada olduğu gibi durumu açıkça belirterek sorduk: « Toplanma yeri neresi olmalı? » Gelen cevaplarda her yörede özel olarak durum anlaşılmıştı. Gerçekten İstanbul'da toplanmanın büyük bir felâket getireceği herkes tarafından açıkça söylermişti. Ancak ortada bir konu vardı, o da hükümet kanadının bunu uygun bulmaması. Milli Meclisin, Milli Meclis olarak Anadolu'da daha güvenceli bir yerde toplanabilmesi, tabii ki, hükümetin uygun görüşü ile durum’un yüce padişaha arzına ve böylece alınacak yüce emre bağlı bulunuyordu. Milletvekilleri dışarıda toplanır, Ayan oraya gelir ve Milli Meclis olarak bir araya gelir. İşte bu olmadıkça Milli Meclisin, Milli Meclis olarak toplanmasına maddeten imkân kalmamıştır. Bu konu bizim için son derecede önemli olduğu için arz ettiğim gibi halkın düşüncelerini öğrenmekle birlikte, Sivas'ta yetki sahibi bazı kişilerle, üzellikle bütün komutanların katılmasıyla olağanüstü bir toplantı yaptık. Ayın sonuca vardık. Bu sonuca göre bir Şer vardı. 0 da milletvekillerinin tümünün aynı kanı ile durumu tehlikeli görüp kendiliğinden dışarda bir yerde toplanmaları ! Tabii ki bu topluluk Milli Meclis olamazdı. Belki bir millet meclisi olurdu. O nitelikte olmamakla birlikte, boyle basit bir kongre halinde toplanmış olsa bile yapabileceği görevden daha büyük görevi yapmış olacaktı. Benim düşünceme göre milletvekilleri İstanbul'a gitmeselerdi, Meclisi Mebusan orada toplanmasaydı, dışarıda güvenceli bir yerde toplanıp orada bütün ülkeyi, bütün milletin başkentinin geleceğini konuşmuş olsaydı, İstanbul işgal olunamazdı. İstanbul'un işgaline tek neden hükümetin birtakım saçma ve köksüz görüşlere saparak zaaf göstermiş olmasından kaynaklanmaktadır. Milli Meclisin dışarıda toplanması gerekliliği ve zorunluluğunu anlatmak konusunda da başarılı olamadıktan sonra artık görüşlerimizi bildirmekten vazgeçtik. Yalnız yine birçok felaketlerin ortaya çıkacağına olan inancımız sürdüğünden bazı önlemler alarak vatan görevimizi gerçekleştirmeye çalıştık. Önerilerimiz hepinizce bilinmektedir. Hiç olmazsa milletvekilleri İstanbul'un o zehirleyici çevresine, havasına girmeden önce dışta birbirleriyle görüşsünler, tanışsınlar ve birbirlerine düşüncelerini söyleyerek aydınlatsınlar. İşte biliyorsunuz, bu amaçla Erzurum'da, Trabzon'da, Samsun'da, kısacası çeşitli merkezlerde, bölge bölge, milletvekillerinin toplanmasını çok rica ettik. İstanbul'a gidecek milletvekillerinden de mümkünse düşüncelerimizi karşılıklı söylemek üzere Ankara'ya gelmelerini istedik. Bu önerilerimizin hem birincisi ve hem de ikincisi kısmen oldu, buraya gelen saygın milletvekilleriyle karşılıklı düşüncelerimizi anlattık, bütün tehlikeli olabilecek durumlar konuşuldu ve geleceğe ait bazı önlemler de düşünüldü. Hatırladığıma göre her şeyden önce Meclis-i Mebusanda bir grup kurmak gerektiği şart olarak düşünüldü. Çünkü milletvekillerinin genel kurulu dayanışma içinde bulunmazsa hiçbir amacın savunulması ve korunmasına imkân kalmazdı. Yine burada görüldüğü gibi, kurulması düşünülen grup bütün anlamı ve görünümüyle Kuvay-i Milliye’ye dayanacaktır. Bütün dünya da bunu bilecektir. Milletin gücüne dayanmayan milletvekilleri hiçbir kimsenin gözünde güvenilir kişiler olamaz. (Sürekli alkışlar) . Burada toplantıya katılan arkadaşlarımız bu gereği tümüyle kabul etmişler ve bu fikirle İstanbul'a gitmişlerdir. Fakat uzaktan gördüğümüze göre bu kararda kesinlikle direnmemişlerdir. Direnmeyişlerinin nedeni de arz ettiğim gibi görünüşte Kuvay-i Milliye ile ilişkili kabul edilmelerindendir. Her iki tarafa yönelmiş bir cephe nasıl olur? Efendiler, yurt dışında bu milletvekillerinin milli teşkilât ile yeterince ilgili bulunmadıkları kararına varıldı. Bu durumda ya milli teşkilât yoktur ya da zayıftır. Milli teşkilât varsa, ya korkulacak bir şey değildir ya da bu milletvekilleri ile onun ilgisi yoktur. Bu nedenle her iki durumda da bir güçsüzlük gözlenmiş oldu. Kuvay-i Milliye de önemsenmedi işte düşmanlarımız bundan son derecede cesaret aldılar. Artık Kuvay-i Milliyeden ve Meclis-i Mebusanı oluşturan sayın kuruldan korkuları kalmadı. Efendim, son bir bölüm daha var izin verir misiniz ? Sayın arkadaşlarımız, İngilizlerin varlığımızı yok etmek için uyguladıkları gizli ve kirli sonsuz yöntemleri bulunduğunu: hepiniz bilirsiniz. işte bu söylediklerimizle ilgili olarak İngilizler, İstanbul'da yasama organımıza saldırı hazırlığı olmak üzere daha önce, bakanlar kuruluna saldırıya geçmeyi tasarlamışlardı. Bu davranışın en açık delili Harbiye Nazırı olan Cemal Paşa ile Genelkurmay Başkanı olan Cevat Paşay'a karşı yaptıkları saldırı idi. Hepinizin bildiği gibi, İngilizler bu iki kişinin milletin, yararına uygun olan çalışma ve davranışlarının kendi yararlarına uygun olmadığını görerek bunları düşürmek istediler. Ve aynı istekle yüce Osmanlı devletinin hükümetine de bir darbe vurmayı amaçlayarak Ali Rıza Paşa Kabinesi, uzun bir kararsızlık devresinden sonra nihayet İngilizlerin isteğini yerine getirmeye yöneldi ve sonuç olarak Cemal Paşa, Cevat Paşa görevlerinden alındılar. O zaman gönül isterdi ki, Ali Rıza Paşa hazretleri ortaya çıkan bu yabancı saldırıya karşı bütünüyle hükümeti ayağa kaldırsın, tepki gösterip olay yaratsın. Oysa her zaman olduğu gibi, kabinemiz kuruntuya düşme ve işi idare etme politikasına daha çok önem verdi ve düşmanın arzusunu yerine getirerek olayı kapattı. Bunun ardından İngilizler görünüşte tatlı, kamu oyunun gönlünü alacak bir genelge sundular. İngiliz siyasi temsilcisi, İngiliz Dışişleri Bakanlığı adına hükümetimize bir nota verdi. Notada şöyle deniliyordu: önce, itilâf devletlerine karşı başlatılmış olan ve Yunanlıları da içeren eylemleri durdurunuz. lkinci olarak, Türkiye'de Ermenilere karşı yapılan katliamdan vazgeçiniz. işte bu iki önerimizi yerine getirmeniz durumunda İstanbul size bırakılacaktır. Bu iki istek dikkate alınmazsa, barış şartları kötü biçimde etkilenmiş olacaktır. Efendiler, bu, tabii ki çok haince ve samimiyetten uzak bir istek idi. Çünkü her iki öneride de, gerçekte yeri olmayan konular üzerinde duruluyordu. Birincisi Yunanlıların da içinde bulunduğu İtilâf hükümetlerine karşı eylemde Bulunmamak, saldırıya geçmemek önerisi. Zaten böyle bir şey olmadı. Gerçi Yunan cephesinde, İzmir cephesinde, silâh ve mevzilenmiş birtakım kuvvetler, milli kuvvetler vardı, fakat bu, devlet kuvveti, hükümet kuvveti, ordu kuvveti değildi. Bu, Yunanlıların, ateşkes hükümlerine uymayan davranışları ve insanlığa karşı dünyada eşine rastlanmayacak biçimde zulmederek, facialar yaratmalarına karşın devletin koruyuculuğundan yoksun olan milletimizin kendi namusunu, onurunu korumak ve kollamak için silâha sarılmak zorunluluğundan kaynaklanıyordu. İtilâf devletleri bu masum islâm halkının korunmasından söz etmemişlerdi. Sadece onlara saldıran kuvvetin önüne set çekilmemesi gerektiğinden söz edilmişti. Diğer yörelerde bile itilaf devletlerine hiçbir saldırı yapılamamıştı. Bu nedenle, sözkonusu isteğin asıl içyüzü düşünüldüğünde bunun gerçekten uzak olduğu görülür. iktidardaki hükümet, doğal olarak buna cevap verebilecek kuvvete, kudrete ve yetkiye sahip bulunuyordu. Bu olayın tek ve en kesin çözümü, itilâf devletleri tarafından Yunanlılara, islâm hayatına ve milletin şeref ve namusuna saldırıda bulunmamalarının önerilmiş olması idi. İkinci istek ise, ülke içinde katliam yapılmaması ile ilgiliydi. Ermenilere karşı böyle bir tutum yoktu ve olay doğru değildi. Ülkemiz gerçeklerini hepimiz biliyoruz. Hangi yörede Ermenilere karşı katliam yapılmıştır veya yapılmaktadır? Genel savaşın başlangıcından söz etmek istemiyorum. Aslında, itilâf devletlerinin de bahsettikleri doğal olarak geçmişe ait durumlar değildir. Bu gün ülkemizde faciaların yaşandığı savunularak, bundan vazgeçmemiz isteniyordu. Kuşkusuz Ali Rıza Paşa Kabinesi bu önerilere cevap ermiştir. Ancak yine Ali Rıza Paşa Kabinesi’nden olan bakanlar kendi üyelerine, kendi memurlarına, kendilerine bağlı olanlara İngilizlerin umut verici güzel sözlerini önsöz yaparak bu iki isteği aktarmış ve sonuç olarak yapılması istenmeyen davranışlardan vazgeçilmesini bir genelge ile duyurmuşlardı. Bu işlem, hiç şüphesiz kötü niyetle yapılmış değildir. Fakat sorun, olayın anlatım şeklini bilememekten kaynaklanmıştır. Tabii ki, hükümet yetkililerinin yayımladığı bu genelgeler, düşmanlarca öğrenilmiştir. Bunların yayımlanması kesinlikle isteğin gerçek olduğunu kabul etmek değildi. isteklerine bu kadar uygun davranılmasından da İngilizler yeterince tatmin olmadılar. Bundan kısa bir süre sonra, Ali Rıza Paşa kabinesine Yunanlılar karşısında bulunan kuvvetlerin geriye çekilmesi önerisi yapılmıştır. Hepimizin bildiği gibi, milli hattına çekilmek konusu Ali Rıza Paşa, böyle bir öneriyi gerçekleştirilmesi mümkün olmayan bir konu olarak gördüğü için ve belki başka nedenlere de bağlı olarak, bu baskıyı gerekçe göstererek görevinden ayrıldı istifa etti. Ali Rıza Paşa Kabinesi 23 Mart 1920 günü istifasını verdi. Böylece, kabineye oy birliğine yakın bir çoğunlukla, güven oyu vermiş olan Meclis-i Mebusanın, bağımsızlıkla ilgili çalışmalarını yürütme kudretini kaldırmak ve milli istekleri gerçekleştirme yeri olan Milli Meclisi, herhangi bir şekilde barış üzerinde etkili olamayacak bir şekle dönüştürmek amacı açık olarak anlaşılıyordu. Bundan dolayı bütün millet bu durum karşısında, milletvekillerinin güvenine sahip olan Ali Rıza Paşa Kabinesinin istifasını ölçülü bir şiddetle ve ülkemizde pek az görülen bir birlik ve coşku ile protesto etti. Padişahlık makamına ve Meclis-i Mebusan’a, Anadolu'nun en uzak köşelerinden protesto telgrafları çekildi. Düşmanların bütün çalışması, barış esaslarının kararlaştırılacağı şu sıralarda memleketimizi dışarıda ve içeride güçsüz bir durumda bırakarak istedikleri her şeyi bize kabul ettirmeyi amaçlıyordu. Şöyle ki: İzmir olayını yerinde inceleyen ve Anadolu'nun çeşitli yerlerinde inceleme ve araştırma yapmak için geziler yapan bütün Amerikalı ve Avrupalı kişiler ve heyetler daima lehimize düşüncelerle dolu olarak ülkelerine dönmüşlerdir. Bu kişiler ve kurullar Avrupa ve Amerika kamu oyunda çeşitli araçlarla ülkemiz aleyhine yapılan kışkırtıcı propagandalara karşı üstünlük sağlamışlarsa da, barış için kesin kararların belirlenmesini üstlenen barış konferansı çerçevesi içinde çok az etkinlik taşıyan, gerekli önemli vurgulayamayan bir durum yaratmışlardır. İşte böylece, geleceğe yönelik çıkarlarını, çeşitli baskılarla bütün dış ülkeleri aleyhimize çevirmekte gören bazı kuruluş ve unsurlar ise, tarafımıza yöneltilen bu akımı temelinden yıkmak ve bütün dış ülkelerin milletimiz lehine, düşüncelerinde değişiklikler olmasına fırsat vermemek için, tümüyle yalan olan en son Ermeni katliamı uydurmasını düzenlediler ve açıkladılar. Aslında pek az ve basit yalanlama araçlarımız olan gazetelerimize de, son derecede etkin bir sansür uygulayarak hiçbir araçla medeni dünyaya karşı haklarımızı korumamıza imkân tanımadılar. Böylece, insanlık hukukunun kutsal kuralı olan kendi kendini koruma hakkından da milletimizi tümüyle yoksun bırakarak, kamu oyunu ve dünya milletlerinin fikirlerini harap durumdaki ülkemiz ve ezilmiş milletimizi birçok suçlamalarla lekeleyerek büyük çapta etkilediler. Ülkemizin dış ülkelerdeki onurlu durumu ve hakları, çeşitli araçlarla dünya kamu oyu önünde küçük duruma sokulduktan sonra, sıra iç yönetimimize geldi. Meclis-i Mebusan’ımızı hor görerek kapatmak; ülkemizi, benzeri görülmemiş zorba bir yetki ile bütün dünya sorunlarını kendi isteklerine göre düzenlemek isteyen barış konferansının zalim kararlarını kabule zorlamak bunlar arasındadır. İşte Ali Rıza Paşa kabinesi bu çapraşık dış çabalar sonucu, yabancıların eline düşürülmüş oldu. Düşük kabinenin geçici olarak görev yaptığı buhranlı günlerde, Ferit Paşa’nın padişah huzuruna kabul edilerek saatlerce görüşme yapmış olmasına bakılarak milli amaçları yıkacak karşı bir kabinenin iş başına gelmesinin konuşulduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır. Böyle bir kabinenin iktidara gelmesi sonucunda ortaya çıkacak durumu anlamak güç değildir. Milli iradeyi tek meşru gerçekleştirme yeri olan Meclis-i Mabusan’ımızın yasama yetkisinin sağlamlaştırılması için millet içinden kaynaklanan coşku ve kınamalar gerçekleşmiş ve bu konu yeni kabinenin milli amaçlara karşı olan kişilerden kurulmasını önlemek için Meclis Başkanlık Divanı’nın Padişah huzurunda yapılması ile ilgili girişimleri kolaylaştırmıştır. İşte Salih Paşa Kabinesi bu şartlar altında kurularak göreve başlamıştır. İngilizler, bir yandan dış durumumuzu yeni toplu öldürme iftiraları ile sarsarak, diğer yandan da kabineyi, Meclisi Mebusanımızın çalışmalarına engel olmak konusunda kışkırtarak, içişlerimizde çok tehlikeli bunalımlar yaratacak biçimde çalışarak, tasarladıkları İstanbul işgalini kolaylıkla uygulayabilecek bir ortam hazırlıyorlardı. Bunun bizim elimizde bulunan ilk delili, daha Ali Rıza Paşa Kabinesi'ni düşürmeyi tasarladıkları sıralarda bir yandan da İstanbul işgaline hazırlık olınak üzere Anadolu telgraf kuruluşu hakkında etüt yapmaları ve posta - telgraf genel müdürünü ziyaret ederek Anadolu telgraf merkezleri hakkında incelemelerde bulunmaları, resmi telgraf haritalarını genel müdürlükten istemeleri ve almalarıdır. İngilizler, 12 Martta telgraf sınırlarımız hakkında tekrar araştırmalarda bulunmuşlardır. Telgraf görüşmelerinin durdurulması için İstanbul'da yapılacak uygulamaya karşı gerekli önlemlerin alınması, Temsil Heyetimizce düşünülmüştür. İstanbul'dan alınan 11 Mart tarihli şifrede inanılır bir kaynaktan alınan bilgiye dayanılarak İstanbul'daki arkadaşlarımın tutuklanacağı bildiriliyordu. Aynı gün (Ankara'daki İngiliz temsilcisi Withall'in İstanbul'a hareket edeceği ve bundan sonra trenlerin işletilmeyeceği) öğrenilmiş ve gerçekten Withall ertesi gün Ankara'dan ayrılmıştı. Fransız temsilcisi (Duvazo da ayrılmış ve Konya civarındaki italyanların da İstanbul'a gideceği haber alınmış olduğundan İstanbul ile ilgili kötü niyetin belirtileri açık bir biçimde hissedilmeye başlanmıştı. Durum, tarafımızdan şu biçimde değerlendirilmiştir. İtilâf devletleri bir yandan telgraf bağlantımızı incelerken bir yandan da Anadolu'daki çeşitli subaylarını ve kuvvetlerini İstanbul'a çağırıyor, aynı zamanda Anadolu'nun tren bağlantısını kesmeye hazırlanıyor ve Meclis-i Mebusan’da milletimizin hukukunu koruyan arkadaşlarımızı tutuklamayı tasarlıyorlar. Bu duruma göre çok yakında olağanüstü olaylar beklenebilir. Sezgimize göre İstanbul'da yeni bir durum oluşturmak Anadolu telgraf görüşmelerine el konabilir. Meclisteki milliyetçi kişileri tutuklayacaklar. Kara ve denizden Anadolu ulaşımını keserek genel nitelikte bir (Blows) kuşatma gerçekleştirilmiş olacak. Milletin şiddetli coşkusu karşısında iktidara getirmeyi başaramadıkları Ferit Paşa kabinesini bu yolla iktidar makamına getirerek istek ve amaçlarını gerçekleştirecekler ve belki de olumsuz bir biçimde açıklanmada bulunan barış şartları hükümete bildirilecek ve bu şiddetli baskı altında ya Anadolu'nun parçalanmasını bekleyerek bu acıklı durumu devam ettirecekler ya da İstanbul ve çevresine yığdıkları İngiliz, Fransız, Yunan kuvvetleriyle kuzeyden, izmir cepnesindeki Yunan ordusuyla batıdan, Adana'daki Fransız kuvvetleri ile de güneyden kuzeye saldırı düzenleyerek ve belki de bir kısım kuvvetlerle de Karadeniz sahillerinden güneye kuvvet kullanarak amaçlarını gerçekleştirmek isteyeceklerdir. İşte bu düşünceye dayanarak her türlü önlem alındı ve İstanbul'daki arkadaşlar Anadolu'ya gelmeye özendirildi. 16 Mart 1920 saat 10'dan önce İstanbul telgrafçılarından (adını şimdi söylemeyeceğim) vatansever bir kişinin Ankara'da Ziraat Okulundaki merkezimize gönderdiği telgraf, İstanbul işgalinin kanlı bir biçimde başladığını bildiriyordu. İstanbul merkezinden, Harbiye telgrafhanesinden ve telgraf aleti başındaki birçok vatansever memurlardan, birbirini izleyen çeşitli telgraflar alıyorduk. Saat 11'e kadar toplanan bilgileri derhal bir genelge ile duyurduk. Bu saatten sonra artık İstanbul'la görüşme kesilmiş, başkentin beklenen durumu ve Anadolu'nun hali göz önünde tutularak gerekli önlemlerin alınmasının sırası gelmişti. Alınan başlıca önemli önlemler aşağıda belirtilmiştir: A. İzmir cephesinin arkasını zorlayan Biga yöresindeki Anzavur'un eylemleri için kuvvetli bir destek oluşturan ve büyük bir ihtimalle İstanbul'dan Anadolu'ya yapılacak itilâf kuvvetleri asker taşımacılığını gerçekleştirmek ve korumak görevini üstlenen Eskişehir ve Afyon Karahisarda'ki İngiliz kuvvetlerinin silâhtan arındırılması. A. İstanbul'daki yabancı baskısı karşısında parlayacak olan Anadolu düşüncesine baskı yapmak ve korkutmak üzere İstanbul ve Kilikya'dan gönderilebilecek düşman asker sevkiyatına imkân tanınarak ve Anadolu'daki önemli yerlerin kuvvetli bir işgal ve istilâ tehlikesi ile karşı karşıya kalmasını önlemek üzere Geyve ve Ulukışla civarlarında demiryolunun kullanılamaz duruma getirilmesi. A. Telgraf merkezleri İngilizlerin eline geçtiği için İstanbul'dan gelebilecek herhangi bir bildirinin meşru bir makamdan verilmesine imkân kalmadığın'dan, İngiliz bildirileri ile halkın anlayışının karmakarışık duruma düşürülmesini önlemek amacı ile, telgraf görüşmelerinin kesilmesi konusunda mülki ve askeri makama gerekli bildirimin yapılması. İlk önlemlerimiz içinde mali konuları içeren başlıca noktaları da ihmal etmedik. Bununla ilgili olarak Anadolu'da bulunan resmi ve resmi olmayan bütün mali kuruluşların ellerinde bulunan nakit veya nakit yerine geçecek eşya miktarlarını illerden sorduk ve hiçbir kurumdan İstanbul'a para gönderilmemesi gerektiğini bildirdik. Diğer taraftan telgraf görüşmelerinin denetimi, limanlardan ve içten gelecek kişilerin araştırılması ve şüphelilerin izlenmesi, postahanelerde şüpheli mektupların açılması gibi gerekli olan önlemler aldık ve gerekli yerlere bildirdik. Bu arada, çeşitli haberleşme araçlarının ve Anadolu'ya gönderilmeleri umulan, amaçları her çeşit yalan haberleri yaymak ve kargaşalık çıkartmak olan zararlı kişilerin milli dayanışmayı bozacak uğraşlarını engellemek için elden gelen çaba gösterildi. İstanbul'da yapılan tutuklamalara karşılık olmak üzere Anadolu'daki İtilâf devletleri subaylarının tutuklanması gerekiyordu. Göz önünde bulunanların tutuklanması için gerekli yerlere emir verdik. İstanbul'da telgraf görüşmeleri konusunda alınan önlemlerin gerekli olduğunu gösteren İngiliz girişiminin ortaya çıkması gecikmedi. 16 Mart 1920 saat 11'den sonra İstanbul telgrafhanesi Ankara merkezine bir resmi bildiri vermek istiyordu. İstanbul merkezinde telgraf başında bir İngiliz subayı bulunuyor ve bütün Anadolu'ya bu bildiriyi yayımlamaya çalışıyordu. Bu bildirinin, milli teşkilât kurucularını halk önünde ittifakçılıkla suçlayarak Anadolu'da bir anlaşmazlık ve ikilik yaratmak ve İstanbul'un fiili işgalini geçici göstererek, hilâfet hakları ve saltanata indirilen darbenin feci durumunu saklamak ve sonuç olarak bütün saldırıyı milletimize olağan olarak kabul ettirmek amacı ile düzenlendiği anlaşılıyordu. Bu bildirinin imzası, itilâf devletleri temsilcileri olarak verildi. Memleketimizdeki düzen ve birliği bozacak, zayıf karakterli bazı insanları kandıracak ve korkutacak nitelikteki bu resmi bildirinin Anadolu telgraf merkezlerince kaydedilmemesi için mümkün olan önlem alındı. Bunun ardından, şüphesiz İngilizlerin baskısıyla hükümetin yazdığı İstanbul işgalindeki geçici durumun devamına neden olmamak için ülke içindeki sükünetin korunması gerekliliğini belirten bir resmi bildirinin de İstanbul'dan Anadolu'ya geçirilmesi için girişimler tespit edildi ve yine aynı sakınca nedeniyle bunun gerçekleştirilmesi önlendi. İngilizler, Anadolu halkının fikrini bulandırmak için giriştikleri işbu resmi bildiri oyununda başarılı olamadıklarını görünce, Anadolu'nun İstanbul faciası karşısındaki ağır başlı ve ölçülü kararlılığını ve kahramanlığını bozarak, zararlı kötü düşüncelerinin yayımlanmasını sağlamak için tren, telgraf hatlarını aracı yapmayı denediler. Ankara istasyonundaki telgraf merkezinde çalışan bir İtalyan, İngiliz resmi bildirisinin Fransızca bir kopyasını aldığının duyulması üzerine yakalandı ve elindeki telgraf geçersiz sayıldı. Anadolu'da yerleşmiş Ermenilerin ve Rumların hükümet emirlerine ve milli amaçlara karşı gelmedikçe her türlü saldırıdan korunmaları ve tam anlamı ile mutlu ve rahat bir hayat yaşamaları öteden beri kabul edilmiş bir ana konu idi. Kilikya ve dolaylarında ve doğu hududumuz dışındaki resmi ve resmi olmayan Ermeni kuvvetlerinin dindaş ve ırkdaşlarımıza karşı yapılan cinayete varan saldırıları karşısında bile, ülkemizde yaşayan Ermenilerin her türlü taarruzdan korunmasını sağlamayı pek önemli bir medeni görev kabul ettik ve Anadolu'nun dış dünya ile ilişkisinin kesik olduğu bu günler de yüce vatan çıkarlarını amaçlayan önlemler içinde Ermeni halkının esenliğinin korunması gerekliliğini bütün makamlara bildirdik. İşte, İstanbul'un yabancı kuvvetlerce işgalinden bu güne kadar geçen acı günlerinde hiçbir dış ülkenin fiili korumasına erişemeyen Anadolu Ermenilerinden hiçbir kişinin, en küçük bir anlamda bile, saldırıya uğramamış olması, bize her nedenle cinayet yükleyen ve duyarlılığı kendi tekelinde sanan entrikacı Avrupalıların yüzlerini kızartacak ve milletimizin yaradılışından sahibi bulunduğu insanlık törelerinin yücelik derecesini ispat edecek çok önemli bir konudur. İstanbul işgalinin bu gün memlekette neden olacağı durum, aldığımız geçici önlemler ile geçiştirilecek bir nitelikte olmayıp, bu durumun devamı halinde ülkedeki yönetimin sağlam bir esasa bağlanması gerekiyordu. Karşımızda, hiçbir antlaşma ve hak tanımayan ve kendi özel yararlarından başka, insanlıkla ilgili hak ve davranışlara yer vermeyen bir itilâf heyeti; başımızda, vatan haklarını korumak, imzaladığımız antlaşma şartlarını uygulanarak, yabancı saldırılarını sınırlamak için her türlü araçtan tümüyle yoksun, esir bir hükümet vardır. Bunların birincisinin sonsuz baskısı, ikincisinin de tutsaklığı karşısında, başvuracak yeri olmayan şaşırmış ve çırpınıp duran bir millet !... İstanbul faciasıyla Anadolu'dan yansıyan durum böyle idi ve bu durumun sürmesi halinde vatanımızda çok büyük ve korkunç bir anarşinin başlaması doğaldı. işte bu düşünce sonucunda kesin bir karar vermek gerekti. Derhal gerekli mülki ve askeri makamlarla görüşerek ülkenin idaresini anarşiden kurtarmak üzere az önce anılan yerlerin başlarının bizimle birlikte hareket etmesi önerildi. Bu öneri samimi bir olgunlukla her kesimde iyi karşılandı. İşgal sonucunda ortaya çıkan olağanüstü durumun öncelikli gereğini ayrıntılarıyla düşünüp bunları uygulamaya çalışmakla birlikte, İstanbul işgalinden dolayı üzüntü ve elemimiz bütün dünyanın aydın insanlığına ve bütün islâm dünyasına özel bir bildiri ile duyuruldu. İtilâf devletleri temsilcileri ve tarafsız hükümet önünde kınandı. Bütün millet de bu kınamaya katıldı. İstanbul durumu ile ilgili bilgi alınacak inanılır kaynaklardan yoksun bulunuyorduk. 18-19 Mart 1920 gecesi ilk kez ilişki kurulabildi ve hepiniz tarafından bilinen gerçekler öğrenildi. Bu arada Meclis-i Mebusan’ımızın bu saldırılar karşısında tatili görüştüğü anlaşıldı. Bunun üzerine 19 Mart 1920 tarihinde: Hilâfet makamının ve saltanatın bağımsızlığının dokunulmazlığını, milli bağımsızlığımızı ve milli sınırlarımız içinde yaşama imkân verecek bir barışı sağlayacak önerileri ayrıntıları ile tespit edip uygulayabilmek için, millet tarafından olağanüstü yetkiye sahip bir meclisin Ankara'da toplanması gereğini millete duyurmakla ilgili milli görevimizi ve vatan borcumuzu da yerine getirdik. İstanbul'un işgali, şekil ve niteliği bakımından, Osmanlı devletinin egemenliğini kökünden kaldırnıak ve milletin esir alınmasını ve hor görülmesini bir oldu bittiye getirme amacına yönelik bir harekettir. Çünkü istanbul'da doğrudan doğruya Devlet kuvvetlerine el konmuştur. Şöyle ki: önce Meclis-i Mebusan zorla susturulınuştur. Bu durumda yasama kudreti bulunmamaktadır. İkinci olarak, yürütme kudreti siyasi kısıtlamalara uğramıştır. Suçlu kim olursa olsun yabancı kanunlara göre yargılanacağı ilân edilmiştir. Bütün görüşmeler ve ulaşım denetim altına alınmış, insanın kendini koruma ilkesi tümüyle kaldırılmış ve saldırganların uyruğu altına alınmıştır. Bundan dolayı, bu aşağılık durumu destekleyen ve kabul etmiş olan Ferit Paşa Hükümeti, bağımsızlığına çok sıkı ve çok içtenlikle bağlı olan milletle arasındaki her türlü bağlantı ve ilişkiyi doğal olarak kaybetmiş ve milleti karşısına alarak, düşmanla iş birliği içinde hareket etmeye başlamıştır. Üçüncü olarak, devlet şeklinde oluşmuş bir topluluğun Anayasasında, yargı yetkisi bağımsızlığın önemi, açıklama istemeyen bir konudur. Milletlerin yargı yetkisi, ıbağımsızlıklarının birinci şartıdır. Yargı yetikisi bağımsız olmayan bir milletin devlet oluşu kabul edilemez. Bununla birlikte, İstanbul halkından yüzlerce kişinin hiçbir kanuni suçları olmamasına karşılık sanık sayılarak tutuklanmalarına devam edilmesi, itilâf devletlerinin görüşüne aykını söz söylenmesi bile suç sayılarak, Orta Çağ davranışları içinde onlara karşı saldırıda bulunulması yargı yetkisinin kaldırıldığını göstermektedir. Bu durumda millet, bu gün yedi yüz yıldan bu yana gerçek bir onur ve yücelikle koruduğu ve savunduğu bağımsızlığını ve var oluşunun devamı için İstanbul olaylarının oluşturduğu hukuki durumu onarmak zorundadır. Bunun için acele gereklidir. Sürüp gidecek olan egemenliğe ara verilmesi konusu, tanrı korusun da bir dağılma nedeni olarak düşmanlarımızın düşündüklerini fiilen gerçekleştirmalerine imkân sağlamasın. Bundan dolayı milletimizin her şeyden önce haklarını koruması ve var olmaya yetenekli bir millet olarak, uluslararası hukuk ve yetkilerine saygı gösterilmesini isteyebilmesi, medeni kuruluş ve anayasası ile, henüz yaşamakta olduğunu bütün dünyaya bu kez daha büyük bir kuvvet ve sağlamlılıkla duyurması gereğine inanıyorum. Bunun için. de kaldırılan Anayasamızın bıraktığı boşluğu derhal doldurmak zorundayız. İşte, anayasal durum ve hukukumuzun neden olduğu bu gereklilik ve zorunluluk dolayısıyla ve milli egemenliğin her şeyden önce sağlanması amacıyla Büyük Meclisimiz olağanüstü yetki ile toplanmıştır. Seçimlerin tam bir ivedilikle ve sıcak bir ilgi ile yapılması hukuki durumumuzun bütün milletçe de aynı görüş içinde anlaşıldığını ve kavrandığını göstermektedir. Ayrıca, Büyük Meclisimizin kuruluş şekli ve esasları, milli iradeye içtenlikle ve büyük bir güçle dayandığını göstermektedir . Meclisimizde oluşan ve beliren milli kudretimiz, Hilâfet makamı ve saltanatı yabancı baskısından kurtaracak ve Osmanlı devletini dağılma ve tutsaklıktan kurtarma önlemleri alacaktır. Tam bağımsızlığa sahip, hilâfet makamına vicdani bağlılığı ile övünen, islâm dünyası içinde yaşama anlayışını kendinde gören bir milletin tutsak olamayacağı inancıyla, davranışlarımızı adım adım izleyen bütün medeni dünya ve insanlık sizlere yardımcı olacaktır. (Sıcak alkışlar) İstanbul faciasını izleyen günlerden şu ana kadar Temsil Heyetimiz milletler arasındaki birlik ve dayanışmayı korudu. Osmanlı kanunlarının yürürlüğünü sağladı. Çalışmalarından alıkonulan devlet gücünün yokluğunu hissetirmemeye çalıştı. Bundan dolayı genel güvenliği korumuş ve savunmuş olmakla görevini gereği gibi yaptığından emindir. Bu dakikadan itibaren, yedi yüz yıl boyunca onurlu ve yüce bir yaşam sürdükten sonra yok olma uçurumunun kenarında ancak ayakta durabilen Osmanlı Milletinin geleceğinin sorumluluğu, sayın Meclisinizin çalışma gücünü artıran bir neden olacaktır. Davamızın yasalara uygunluğu ve bütün millet ve ulusların, insanlık hak ve hukukundan paylarını almış olduğuna inandığımız yüreklerinin, bizimle birlik ve bize daima yardımcı ve destek olduğuna güvenimiz tamdır. Başarı ümitlerimizin kalplerimizde bir an bile karamsarlığa düşmemesini sağlayacak olan, sonsuz gücümüzdür, özellikle büyük tanrı her zaman bizimledir. (Amin, amin sesleri)
Vermek istediğim bilgiler ve ayrıntılar bu kadardır.
Yorumlar
Yorumları Göster Yorumları Gizle