Oyhan Hasan Bıldırki - Bir Gecenin Sonunda
Orta yaşın çok altında olan polis Veli, merdiven basamaklarını ikişer ikişer aştı, sahanlıkta kapı ziline dokundu. Zil sesiyle birlikte kapıya koşan ayak seslerini duydu. Karısı, her zamanki gibi:
- "Kim o?" diye sormaktan kendini alamadı.
Veli:
- "Aç kapıyı, benim!" dedi.
Kapı gıcırtısına, kızının konuşması karıştı.
- "Anneciğim, babam gelmiş değil mi?"
- "Evet, yavrum!"
Veli, onca merdiveni aşmanın verdiği yorgunluk içindeydi. Soluk soluğa kalmıştı. Açılan kapıdan içeri girdi. Geride, kollarını açmış bekleyen kızına gitti, kucakladı.
Kızı, sanki öğretilmiş gibi soruyordu:
- "Baba, gidecek miyiz baba? Ağabeyim de gelecek mi? Ama o, daha okuldan dönmedi."
Oturma odasındaki divana kızıyla birlikte çöküveren Veli:
- "Bekleriz, yavrum!" dedi.
Annesi, kızına çıkıştı.
- "Ömür'cüğüm," dedi, "babayı rahat bırakır mısın?"
Ömür, denileni yaptı. Gitti, karşı koltuğa oturdu. Ellerini birbirine kenetleyip, parmaklarının arasından annesinin hareketlerini kollamaya başladı.
Kulağı kapıda bekleyen karısı, Veli'nin oturduğu divanın ucuna ilişiverdi. Gözlerinde merak izleri, düğüm düğüm.
- "Kamyoncuyla konuştun mu," dedi, "gelecek mi?"
- "Evet, konuştum gelecek."
- "Komşular yardıma gelecekler. Hoş, ben kırılacak eşyaları yerleştirdim. Ufak tefeği de sarıp sarmaladım. Bir kere de sen bakarsın."
Kapı zili, yeniden çaldı. Açılan kapıdan içeriye Serhat girdi.
Ana kız, baba oğul mutfağa geçtiler. Allah ne verdiyse yediler, içtiler... Tanrı'ya dua kıldılar. Hepsi birlikte eşyaların toparlanması işine giriştiler.
- "Böylesi çok iyi olacak," diyordu Veli. "Sana, anam da yardımcı olur. Ev işlerini daha rahat yürütürsünüz. Kaç defa gel bizimle dedim, fakat dinletemedim. Her zaman aynı şeyi tekrarlıyordu: Gurbetlik zordur! Sizler alıştınız. Lâkin ben, yapamam. Ocağımızın kapısını kapatamamam. Varın, gidin sağlıcakla. Ben gelemem!"
- "Öyle, öyle!" dedi karısı. "İşin gerçeği de bu!"
Ömür:
- "Gurbet ne, be baba?" dedi.
- "Gurbet, sevdiklerimizden ayrı olmaktır."
- "Biz, şimdi sevdiklerimizden ayrı mıyız? Sizler varsınız ya? Ağabeyim var ya?
- "Benim akıllı kızım. Haydi bakalım, gevezelik yapma. Hani daha eşyalarını toplamamışsın?"
- "Topluyorum baba. Fakat oyuncaklarımı bulamıyorum."
Oyuncak sepetini yerleştiren Serhat:
- "Benimkilerin içine koymuşsun," dedi. "Al işte bak! Bunlar senin."
Ömür, büyük bir kıskançlıkla Serhat'ın yanına gitti.
- "Ver oyuncaklarımı," dedi.
Serhat, biraz nazlı, denileni yaptı.
- "Al gülüm," dedi, "hepsi senin olsun!"
- "Hepsini istemem. Benimkileri ver!"
Komşuların gelmesiyle, eşyaların toplanması, denklerin yapılması hızlandı. Eşyalar toplandıkça, odalar genişledi. Sesler kalabalıklaştı, gürleşti. Ömür'ün gözlerinde uyku tomurcukları filizleşti. Polis Veli, amansız bir bekleyiş sancısına kaptırdı yüreğini. Ama kimseciklere sezdirmedi. Alınıp, gönüllenmesinler diye. Sancısı, yüreğinde büyüdü. Yumak yumak oldu. Karısı, komşularından özür diledi.
- "Görüyorsunuz," dedi, "sayenizde kolayca toplandık. Fakat, bir şeyi düşünememişim. Kusura bakmayın. Hepinize ikrâmda bulunmayı çok isterdim."
- "Ne önemi var, komşu?" dediler.
Çıplak, eski neşesi kalmayan bir köşeye çekilen Serhat, oyuncak paketlerinin üstüne, kendisinin ve kardeşinin adını yazıyordu.
İşi biten komşular gitti. Evin içi soğudu.
Son dakikalarda saatine bakmayı huy edinen Veli, yine aynı şeyi yaptı. Saatine baktı, kurma kolunu çevirdi.
- "Kamyoncu gecikmese, elektrikler kesilmeden gelse!"
- "Meraklanma be Veli, gelir."
Veli'nin gönlündü türlü duygular... Yüreğinde kımıl kımıl sevinçler. Ne kaldı şunun şurasında? Gecenin bitiminde, günün ağarmasıyla birlikte, gurbet denilen şey, çok gerilerde kalmış olacak. Gece nöbetlerine çıktığında, kendisini aklı ve gönlüyle birlikte, işine verebilecekti. Gerçi karısının, kaynana yardımına ihtiyacı yoktu ama, onların yakınında olmak, yine de güzel bir şeydi. Hiç değilse, arada bir dertleşirler, birbirlerine dayanak olurlardı
Lâmbalar yanıp söndü. Az sonra elektrikler kesilecek, odalar kararacaktı. Veli, perdesiz pencereden sokağın başını gözetlemeye başladı. Işıklar söndü. Şehir, koyu bir karanlığa büründü. Tam bu sırada sokağa giren dönemeçte beliren kamyonun farları, odanın duvarlarını yaladı. Kamyoncu, gelişini haber vermek için, kornaya bastı. Serhat ve Ömür, pencereye koştular. Veli, kapıya yöneldi. Karısı, kör kör yanan gaz lâmbasıyla, merdiven boşluğunu aydınlatmaya çalıştı.
Kamyoncu, esmer çehreli, geniş omuzlu, gür bıyıklı, kısa kesilmiş dik saçlı bir adamdı. Arabayı çalışır durumda bıraktı. Farları merdiven girişine ayarladı. İndi, tekerleklere takoz koydu. Kamyonun yan kanadını açtı. İlk gelecek eşyaları karşılamak için bekledi. Tam bu sırada Veli'nin arkadaşları da damladı. El birliği ettiler. Çok kısa denecek bir zamanda, sanki gözle kaş arasında, eşyalar kamyona yüklendi. Veli, arkadaşlarıyla vedalaştı. Ömür, nedense oyuncaklarını yanından ayırmadı. Ön tarafa, şoför mahalline geçtiler. Eşyaları, brandayla kapatan Kamyoncu Sefer, aşağıya atladı. Bir köşeye bıraktığı deri gocuğunu giydi, yerine geçti.
Işıklar yandı. Kamyon, yol almaya başladı.
Kamyoncu Sefer, dudağında sigara, gözleriyle yolu, derinlemesine süzdü. Veli'nin kucağında duran, yarı uyanık Ömür'e takıldı.
"Yorulmadın mı be kızım? Elindekileri bırak ön tarafa."
Ömür, yan gözle şoföre baktı.
- "Bırakmam!"
- "Neden?"
- "Ya unutursam?"
- "Neymiş bakalım, o unutacağın kıymetli şeyler?"
- "Hiç! Ne olacak? Oyuncaklarım..."
"Oyuncaklarım!" Bu sözle birlikte, Kamyoncu Sefer, çoktandır unuttuğu, şimdi aklına geliveren, Ömür yaşında var, yok, kendi kızının sıkı sıkıya tembihlediği siparişi hatırladı.
- "Bu defa," dedi kendi kendine, "asla unutmam. Biz, oyuncak mı gördük, değerini bilelim. Fakat bebeler, öyle mi ya? Onların dünyası oyuncaklar üstüne kurulu. Ah be, elime fırsat geçse, bütün çocukların dünyalarını oyuncaklarla doldururum. Şu yavruya bak. Nasıl da sımsıkı tutmuş değerli mallarını kucağında? Bekle be kızım, yarın akşama istediğin oyuncakların alâsıyla gelirim sana."
Kendi iç dünyasına dalan Kamyoncu Sefer, son sözlerini yüksekçe, dışa vurarak söylemiş olmalıydı.
Veli:
- "Senin başında da, oyuncak derdi mi var?" diye sordu.
- "Hem de nasıl? Her yola çıkışımda, sıkı sıkıya tembihler kızım."
Ömür, oyuncaklar, oyuncakların çocuğun dünyasındaki yeri üzerine yapılan konuşmaları duymadı. Babasının kucağında uyuyup kalmış, oyuncaklarını da yere düşürmüştü. Serhat bile, gelip geçen arabaları saymaktan vazgeçmiş, başını cama dayamıştı.
Git ha, git! Yol, tükenmek nedir bilmiyor.
Gecenin karanlığı bastıkça, bastı. Hava, ayaza çevirdi. Camlar buğulandı. Kamyoncu Sefer, silecekleri çalıştırdı. Torpido gözünden çıkardığı sigara paketini, Veli'ye uzattı.
- "Yak, hemşerim!" dedi. "Uykuyu açar, bu meret! Hoş, başka faydası da yok ya. Lâkin, yaşlılara kalırsa, var. Gecenin iki bölüğünde, öksürüğü bol olan adamın evine hırsız girmezmiş. Masal..."
- "Bir de, adama can yoldaşı olur, yalnız kaldığında!"
- "Yine zam gelecekmiş. Öyle diyorlar."
- "Sanmam! Baksana, dışarıya ucuz ucuz sigara satmaya başladık."
Karanlığı delen ışıklar, kuvvetli farlar olmasa, bu konuşmalar uzayıp gidecekti.
Kamyoncu Sefer, trafiğin sıklaştığını fark etti. Artık şehre az kalmıştı. Gelen geçen araçların sayısı çoğalmış, hız artmış, yol isteyen korna sesleri ortalığı heyecana vermişti. Ömür uyanmış, "Oyuncaklarım!" diye tutturmuştu. Serhat, ellerini birbirine vurarak, "Geçtik işte!" demişti.
Veli'nin karısı, dışarıdaki şafak öncesi aydınlığını, buğulu camı azıcık silince gördü. Veli'yi dürttü.
- "Görüyor musun?" dedi. "Ne kadar da güzel değil mi?"
Bu aydınlık, Veli'nin yüreğindeki sancıyı dindirir gibi oldu. Az sonra baba yurdunda olacaklar, anacığının ellerini öpecekler, hep birlikte mutlu bir hayata başlayacaklardı.
Kamyoncu Sefer de seviniyordu. Kim bilir kaçıncı defadır çıktığı yolculuklarından birini daha bitirecek, müşterisiyle helâlleşecek, bir lokantada sabah çorbasını içecek, kızının ısmarladığı oyuncakları arayıp bulacak, yeniden yola koyulacaktı.
Tanyeri, yavaş yavaş ağarıyor, doğmakta nazlanan güneşin ışıklarını yansıtarak, kırmızıdan turuncuya çeviriyordu.
Kamyoncu Sefer, kelebek camını açtı, içeriyi havalandırdı. Bir sigara yakmak istedi,vazgeçti. Ağzındaki sigarayı, ayağının altına attı, ezdi. Yüreğinde tarifsiz bir sıkıntının çöreklenmeye başladığını hissetti. Direksiyon sanki ağırlaşır gibi oldu. Gözleri yandı, sulandı.
- "Hayırdır!" diye mırıldandı.
Veli, sessizliği bozmak için olacak;
- "Ne o usta?" dedi. "Neşen kaçtı gibi?"
- "Yok bir şey, ağam!"
Bir yolcu otobüsü, bütün yolu kapatmış, hışımla üzerlerine geliyordu. Kamyoncu Sefer, alnındaki terleri sildi, söylendi.
- "Paşaya kelle mi götürüyorsun be mübarek? Bu acelen ne? Yolu tapulu malın mı sandın?"
Kamyoncu Sefer, vites küçülttü, kornaya bastı. Otobüs şoförü tınmıyordu bile. Hızında da bir azalma belirtisi yoktu. Besbelli ki şoför, gözü açık, uyuyordu. Belki bir seferden dönmüş, dinlenmeksizin bir yenisine çıkmıştı. Bu yüzden, olacakların farkında bile değildi.
Kamyoncu Sefer, daha kenara çekildi, olmadı. Firene bastı.
- "Allah!" dedi.
Veli:
- "Kör mü bu adam? Ne oluyor?" dedi.
Veli'nin karısı:
- "Allah'ım, sen büyüksün! Yavrularımı bağışla!" dedi.
Serhat, elleriyle yüzünü kapattı.
Ömür:
- "Anneciğim, oyuncaklarım!" diyebildi.
Otobüs, geldikçe geldi. Yüklendikçe yüklendi. Yan taraftan kamyona tosladı. "Güm!" diye, bir ses duyuldu. Kamyon, hendeğe yuvarlandı.
Otobüs yolcuları uyanmışlar, ortalığı velveleye vermişlerdi. Kimisi; "Yandım!", kimisi de; "Öldüm!" diyordu. Bazıları, şoföre çıkıştılar.
- "Deli misin, nesin? Gördün mü başımıza geleni?"
Aklı başında olan üç beş yolcu, hendeğin kenarına koştu. Donup kaldılar. Kamyon ters gelmiş, şoför mahalli dağılmış, ortalıkta hiçbir canlılık izi yok.
Hendeği aştılar, kamyona yaklaştılar.
Nazlı güneş doğmuş, ortalık seçilir olmuştu.
Yolculardan biri, yerde bulduğu kanlı paketi aldı. Açtı, baktı. Bir oyuncak bebek, gülüyordu. Az ötede Ömür, soluksuz yatıyordu. Serhat'ın donuk gözlerinde, soran bakışlar.
Yorumlar
Yorumları Göster Yorumları Gizle